Güncel Başlıklar

31 Ocak 2009 Cumartesi

İngiltere'nin Galler bölgesinde bir polis helikopteri UFO saldırısına uğradı


İngiliz basınına göre, ışıklar saçan bir cismin üzerine geldiğini gören pilot son anda manevra yaparak çarpmaktan kurtuldu. Ancak çok hızlı hareket ettiği rapor edilen UFO bu sefer de helikopterle kovalamaca oynamaya başladı. Pilot yakıtın biteceğini anlayınca Cardiff yakınlarında bulunan üsse geri dönmek zorunda kaldı. Olaya tanık olan helikopter mürettebatı “Çok hızlı hareket ediyordu. Ancak hiç ses çıkartmıyordu. Gördüğümüz şey kesinlikle bir UFO’ydu. Eğer onu fark etmeyip, manevra yapmasaydık hepimiz ölmüştük” diye konuştular.

http://img.thesun.co.uk/multimedia/archive/00512/SNN20UFOMAP-380_512143a.jpg

İngiliz The Sun flash olarak duyurduğu habere göre Cardiff de polis helikopteri UFO saldırısına uğradı
Cardiff'de polis helikopteri ekibi North Devon Coast üzerinde 500 ft deyken kendisine doğru hızlıca yaklaşan UFO dan son anda kaçtıklarını,ardından UFO yu kovaladıklarını ancak yakıtları azaldığı için takipten vazgeçmek zorunda kaldıklarını açıkladılar.Helikopter ekibi tuhaf bir şekilde gece görüş gözlükleriyle UFO yu göremediklerini ancak çıplak gözle çok iyi gördüklerini bildirdiler.Olay sonrası Güney Galler Polis Merkezi tarafından yapılan açıklamada olay sırasında Hava Destek tarafından tanımlanamayan bir cismin olduğunun doğrulandığı açıklandı.





Samsung’dan 4GB’lık bellek modülü

Güney Kore’li elektronik devi bilgisayar dünyasında bir ilki başardı.

4GB kapasiteye ulaşabilen ilk DDR3 rasgele erişilebilir bellek (RAM - Random Access Memory) modülü Samsung tarafından üretildi.

50nm’lik üretim teknolojisiyle üretilen bellek modülü, Samsung’un endüstri rekorunu kırmasını sağladı. 1.35 volt elektrikle çalışan ve 1.6Gbit hıza ulaşan ürün, tek DIMM (Dual Inline Memory Module / Çift Sıralı Bellek Modülü) yuvasında 4GB kapasite sağlayacak.

Günümüzde sunucu, masaüstü ve dizüstü sistemlerde tek DIMM yuvasında maksimum 2GB bellek kullanılabiliyor. Yeni modül, bu kapasiteyi iki katına çıkaracak.

Samsung Semiconductor firmasının pazarlama birimi başkan yardımcısı Kevin Lee, 50nm üretim süreciyle ortaya çıkarılan yeni modül, çift damga paketleme teknolojisi sayesinde, sunucu sistemlerinde bellek kapasitesini 32GB’a kadar çıkarabilir.

Uzay Ortamının Kemiklere İyi Gelmediği Açıklandı!

Uzayda 4-6 ay arası kalan astronotların kemikleri direncini ortalama yüzde 15 oranında kaybediyor.

Kaliforniya Üniversitesi’nden bir grup araştırmacının Uluslararası Uzay Merkezi’nde 4-6 ay arası kalan 12 erkek 1 kadın astronot üzerinde yaptığı araştırma, yer çekimi olmadan uzayda yaşamanın insan sağlığı açısından sakıncalı olduğunu ortaya koydu.

Araştırmada, uzayda 4-6 ay arası kalan astronotların özellikle kalça kemiklerinin direncini ortalama yüzde 15 oranında kaybettiği ortaya çıktı. Üç astronotta ise bu oran yüzde 20-30’a kadar yükseldi. Ortaya çıkan yeni sonuç, osteoporoz (kemik erimesi) tehlikesi nedeniyle uzayda uzun süreli yaşamın mevcut teknolojide mümkün olmadığını da gösterdi.

“‘Şu anda bile eğer kemik erimesini engelleyici önlemler alınmazsa astronotlar ilerleyen yaşlarda ciddi sorunlarla karşılaşabilir” görüşünün de dile getirildiği araştırma raporunda, uzay ortamının kemikleri kırılgan hale getirdiğine işaret edildi.

NASA karbondioksit avcısı fırlatacak

NASA’nın atmosferik karbondioksiti izlemek için özel olarak geliştirdiği ilk uydu fırlatmaya hazır hale getiriliyor.

Amerikan Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA), atmosferde bulunan karbon dioksidi incelemek ve iklimlerin gizemini çözmek üzere özel olarak geliştirdiği OCO’yu (Orbiting Carbon Observatory - Yörünge dolaşan Karbon Gözlemevi) 23 Şubat’ta California’da bulunan Vanderberg Hava Kuvvetleri Üssü’nden fırlatmaya hazırlanıyor.

İnsanlar tarafından oluşturulan sera gazları içinde en büyük etkiyi yapan karbondioksiti inceleyecek olan OCO, bu şekilde iklim değişikliklerinin oluşumunda var olan gizemleri çözmeye çalışacak.

İnsan ve doğal kaynaklı karbondioksit kaynaklarının ilk defa tam yansımalarını elde edecek olan uydu, aynı zamanda salınan karbondioksitin nerede kümelendiği ve saklandığını araştıracak.

Küresel olarak karbondioksit kaynaklarının ve atmosferdeki karbondioksit kümelerinin coğrafi konumlarını belirleyerek zaman içindeki değişimlerini inceleyecek olan OCO, elde ettiği veriyi yeryüzündeki istasyonlar ve hava araçları ve diğer uydulardan elde edilen veriyle kıyaslayarak atmosferik karbondioksitin düzenlemesi, Dünya’nın iklimine olan etkisi ve karbon döngüsüyle ilgili soruların cevaplanmasına yardım edecek.

OCO’nun görevi sırasında elde ettiği bilgiler, bilim insanlarının karbondioksitin gelecekte ne miktarda artacağı ve iklim değişiklikleri ile ilgili tahminler yürütürken daha az hata yapmalarını sağlayacak.

Çıkartma albümünü ilk Naziler keşfetmiş

Çocuklukların eğlenceli uğraşı Naziler için bir propaganda silahına dönüştürüldü.



Ünlü futbolcuların ya da çizgi film kahramanlarının fotoğraflarından oluşturulan çıkartma albümleri çocuklar arasında her zaman popüler olmuştur. Bu eğlenceli uğraş, ‘dahi şeytan’ olarak adlandırılan Nazi döneminin propaganda şefi Göbels tarafından bir propaganda silahına dönüştürüldü. 1930’ların Almanya’sında çocuklar futbolcuların değil, ‘Führer’in fotoğraflarını topluyor ve çıkartma albümlerini tamamlıyorlardı. Alman çocuklarına Hitler sevgisini aşılamaya çalışan bu ‘politik’ albüm yıllar sonra, eksiksiz olarak ortaya çıktı.

1930’larda Almanya’daki okul çocukları ve Nazi Gençlik Örgütü üyeleri arasında oldukça popüler olan çıkartma albümünde, Nazi diktatörü Adolf Hitler’in 1930’larda çekilmiş 138 fotoğrafı yer alıyordı. Kendiliğinden çıkartmalı olmayan fotoğraflar, önceden belirlenmiş ve Göbels tarafından bilgi notları yazılmış yerlerine yapıştırıyorlardı.

Göbels ayrıca albüme bir de giriş yazısı yazdı. Albümün kapağında gotik tarzda Adolf Hitler yazıyordu. Albüm 1936’da düzenlenen Berlin Olimpiyatları vesilesiyle hazırlandı.

30 Ocak 2009 Cuma

Ülkemizde Bir İlk: Gezegenevi

Türkiye’nin ilk sivil ”gezegenevinin (Planetaryum) Gaziantep’te yapıldığı bildirildi. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Fuat Özçörekçi, Türkiye’nin ilk sivil gezegenevinin yapılacak bilim merkeziyle birlikte hizmet vereceğini söyledi.

Gezegenevinin, bir üçgen yapı ve bu yapının hemen dışındaki küreden oluştuğunu, kürenin içinde de bir gösteri merkezi bulunduğunu ifade eden Özçörekçi, şöyle konuştu:

”Gezegenevi toplam 3 bin 500 metrekarelik bir alan üzerinde kuruluyor. İkinci kattan kürenin içine giriyorsunuz. Buradaki gösteri merkezinde 105 koltuk olacak. Kendinizi geriye doğru yasladığınızda kürenin tavanına bakıyorsunuz ve kürenin tavanı üç boyutlu bir ekrana dönüşüyor. Bunun için özel efekt aletleri, dijital similasyon cihazları var.

Burada gösterilerin yanı sıra çocuklar için yıldızların yerini, bunların bir birlerine olan mesafelerini de anlatan eğitici çalışmalar yapılacak. Sadece Almanya’da 72 tane gezegenevi var. Bizdeki ilk sivil gezegenevi ise Gaziantep’te olacak.”

Gaziantep’in Avrupa Birliği (AB) kapsamındaki Çocuk Dostu Kentler Birliğine üye tek ”çocuk dostu” kent olduğunu ve bu sorumluluk doğrultusunda hareket ettiklerini ifade eden Özçörekçi, şunları anlattı:

”Türkiye’nin ilk sivil gezegenevi, alt katında yapılacak bilim merkeziyle birlikte hizmet verecek. Bilim merkezinin alanı bin 800 metrekare olacak. Bu konu üzerinde özellikle hassasiyetle duruyoruz. Çocuklara küçük yaşta bilimi sevdirmek önemli. Çocuklar bir matematik, hava ya da mıknatıs deneyini bu bilim merkezlerinde yapabiliyor. Bunun dünyada birçok örneği var. Biz bu örnekleri gezdik.

Bilim merkezlerinin ekonomik olarak kendini devam ettirmesi için başka birtakım merkezlerle birleşmesi gerektiğini gördük. Biz de bilim merkezini gezegeneviyle birleştirdik. Gezegenevinin çok ciddi bir talebi olduğu için buradan elde edilecek gelirle bilim merkezini fonlamak mümkün olabilecek.”

Özçörekçi, TÜBİTAK’ın bilim merkezleri kurulması konusunda bir çalışması olduğunu, kendilerinin de o çalışmaya projeleri hazır bir şekilde gittiklerini ve toplantıdakilerin bu duruma şaşırdığını dile getirdi.

Gezegenevinde görev yapacak iki kişiyi eğitim için yurt dışına göndereceklerini de ifade eden Özçörekçi, şubat ayına doğru bitirmeyi planladıkları planetaryumu yılda 500 bin kişinin ziyaret etmesini beklediklerini kaydetti.

Planetarium Nedir?

Yıldızevi (Planetarium) gece gökyüzündeki yıldızların ve gezegenlerin yapay görüntüsünün özel bir yansıtıcı yardımıyla kubbe şeklindeki tavana yansıtıldığı bir gösteri salonudur.

İnsanlığın gökyüzüne duydugu ilginin tarih oncesine dek indiğini Ay ve Güneş desenleri mağara resimlerinden anlıyoruz. Ay, Güneş ve yıldızların görüntüsünün işlendiği tapınak veya mezar tavanları, insanların gökcisimlerine duyduğu hayranlığın, onlara yakın olma arzusunun bir sonucudur. Kapalı bir mekanda duvar kabartmaları veya boya yerine gerçek isiktan yıldız görüntüleri yansıtarak yapay bir gökyüzünün canlandırılması fikri bir iddiaya gore ortadoğuda ortaya çıkmıştır. Söylenceye göre 13.yuzyılda Haçlı seferlerinden dönenlerin, yanlarında getirdikleri siyah bir cadırın üzerinde yıldızların konumlarıyla birebir örtüşen delikler vardı ve gündüz deliklerden süzülen Guneş ışığı gece gökyüzünü canlandırıyordu. Bu çadır gerçekten varmıydı, kim yaptı bilinmemektedir.

Yeni nesil dijital yansıtıcılar OpenGL ve Silicon Graphics teknolojisi sayesinde gösteri yelpazesini genişletmiş, insanin kan damarları içinde yolculuktan, Rönesans sanatçılarının eserlerine çok çeşitli konularda gösteriler sunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında çağdaş bir yıldızevi sanattan bilime her konunun sunulabildiği bir gösteri ortamıdır.

Sümer'den Tevrat'a Taşınan UFO'lar


UFO’lar son yılların popüler konularından biri olarak gizemleriyle ve sırlarıyla gündemden hiç düşmüyorlar. Tanımlanamayan gök cisimleri, bir zamanların bilimkurgu hikâyeleri olma durumundan çıkıp hayatımızın içinde gerçek olgular olarak kabul edilmeye ve konuşulmaya başlandı.

Daire, silindir vb gibi genellikle yuvarlak hatlarda görülen ufolar son elli yılın cazip gizemleriymiş gibi bilinse de eski dünya tarihinin kaynakları onlarla doludur. Eski bir takım resimlere, hikâyelere, yazılara, hatta şiirlere bakıldığında ufoların insanın var oluşu kadar eski bir konu olduğu kolayca anlaşılabilir. Henüz uçağı bile keşfetmeyen ve uçmanın sadece bir rüya olduğunu düşünen iki yüz yıl önceki insanın karşısına bugünün teknolojisi ile çıksak acaba neler hissederdi?

Hele ki binlerce yıl öncesi yaşayan insan için gökten gelen bir cisim ya da canlının tanımlanması hangi kelimelerle yapılırdı ve ufolar bugüne nasıl bir olgu içinde taşınırdı? Aslında belki de ufolar gerçekten binlerce yıl öncesinde de vardı ve insanoğlu onu gökyüzünden gelen tanrı diye tanımladığından biz modern dediğimiz bu çağda o hikâyeleri masal ya da mistik uydurmalar diye kabul ediyoruz hala…

Bütün geçmiş kültürümüzün içinde bilinçli ya da farkında olmadan ne kadar çok ufo bilgisi içinde olduğumuzun ayırdına varabildiğimizde tüm bildiklerimizi bir tarafa koyup beynimizi yeniden yapılandırmamız gerekir ve bu gerçekten hiç te kolay değildir. Ne yazık ki bilimin ve siyasetin vip salonlarında oturan erk sahibi çoğunluk, genellikle kolay yolu seçer ve ufoların gerçekliğini kabul etmez. Televizyonda ya da görevli oldukları kurumun faaliyet alanı içinde ufoların varlığını reddeden hatta alay eden pek çok bilim adamı kendi kendileriyle kaldıklarında aynı reddedici tutumu gerçekten devam ettirebiliyorlar mı acaba?

Son yıllarda birer birer açılan resmi devlet dosyaları ile alay edilen ufo fenomeninin hiç de küçümsenecek bir konu olmadığı kamuoyuna açıklanmak zorunda kalınmıştır. Binlerce dosyanın içinde tabiidir ki gerçek olmayan, yanılgı taşıyan, uydurulan, reklam amaçlı ya da psikolojik bozukluk sonucu olduğu anlaşılan olay sayısı küçümsenemez ama gerçek dışı olanlar elendikten sonra elde kalan dosyalar ilginç özellikler taşımaktadır. Olaylardaki nesneler gerçekten dünyadaki hiçbir şeye benzemezler ve ne kadar uydurma olabilecekleri gerçekten bir kez daha düşünülmeli ve tartışılmalıdır.

UYGARLIKLARI KURAN TANRILAR KİM?

Bilinen ilk yazıtlar Sümer yazıtları kabul edilir ve uygarlık denilince başlangıç kabul edilen kavramların içinde “tanrılar” kelimelerinin yerine “ufo”lar kavramıyla baktığımızda ilginç bir bakış açısı yakalarız. İlk uygarlık olarak tarihe geçen Sümerliler MÖ 3800 yıllarında bir ileri uygarlığa sahipti ve en şaşırtıcı olan şey bu güne dek Sümerlilerin kim olduklarına, nerden geldiklerine ve uygarlıklarının nasıl ve niçin ortaya çıktığına dair hiçbir bilgiye sahip değiliz. İlkel göçebe avcıları ve yiyecek toplayıcılarını, önce çiftçilere ve çömlekçilere, derken devasa şehir kurucularına, mühendislere, matematikçilere, gökbilimcilerine dönüştüren şeyin ne olduğunu gerçek anlamda bilmiyoruz. Bu soruya cevap ararken de onlardan kalan eski yazıtlarda adı geçen tanrıların kim olduğuna da bir cevap bulamıyoruz. Fantezi ve eğlence olsun diye kilden ve taştan kitabelere masallar mı yazdılar, yarı tanrı, yarı kuş, yarı insan gerçekdışı kahramanların resimlerini arkalarında oyun kahramanı gibi mi bıraktılar?

Bunu cevaplayabilmek için de eski Sümer kelimelerinin anlamlarına baktığımızda, Sümer hikayelerine göre tanrıların yarattığı ilk model insan olan “Adapa” ilginç bir şekilde Adem ile Havva’ya çok benziyor. Yani bildiğimiz Eski Tevrat’taki Adem. Tanrılara ve insanlara yaşam veren olarak Ninhursag’ın Ana Tanrıça olduğunu ve takma isminin “Mammu” olduğunu görüyoruz. Bu da günümüze İngilizcede anne anlamına gelen “mamma” kelimesinin orijinini oluşturuyor. Bazı kelimelerin roket veya uçan bir cisim anlamına geldiği düşünülüyor ve böylece tanrılar gök ile özdeşleşiyor. Yani böylece tanrıların gökten geldiği teorisi çıkıyor.

İlk yaratılış destanı olarak bilinen “Enuma Eliş”i incelediğimizde bu destanın aslında güneş sistemimizin yaratılışını anlattığını söyleyebiliriz. Sümerlilere göre güneş sistemimizin içinde bizim son yüzyıllarda ancak farkına varabildiğimiz gezegenler mevcut. Günümüzde hepimiz biliyoruz ki; dev gezegenler olan Jüpiter ve Satürn’ün ötesinde daha belli başlı olan Uranüs ve Neptün ile küçük bir gezegen olan Pluton uzanır. Fakat böyle bir bilgi oldukça yenidir. Uranüs, 1781 yılında, gelişmiş teleskopların kullanılması yoluyla keşfedilmiştir. 1846’da ise Neptün’ün yeri, astronomlar tarafından, matematiksel hesaplamaların yardımıyla kesin olarak belirlenmiştir. Neptün’ün bilinmeyen yerçekimsel bir çekim gücünün etkisi altında olduğu anlaşılmış ve 1930’da Pluton’un yeri keşfedilmiştir. Oysa Sümerler binlerce yıl öncesinden tüm bu bilgilere sahiptiler.

Sümerler Nibiru adlı bir başka gezegenden daha bahsediyorlar ve bunun güneş sisteminin dışında bulunan ve güneşin geniş eliptik yörüngesine takılarak 3,600 dünya yılı süresince burada kalan bir gezegen olduğunu söylüyorlar. Binlerce yıl öncesinde bizden çok daha fazla astronomik bilgiye nasıl sahip oldukları gerçekten bir sır. Sümerlere göre onlar bu bilgileri gökten gelen tanrılardan öğrendiler. Bizim bildiğimiz 9 adet gezegen olduğu için, bize göre onuncu, Sümerlere göre on ikinci( Sümerler güneş ve ayı da gezegen olarak sayıyorlardı) eksik gezegen de Marduk ya da diğer adıyla Niburu… Yörüngesi 3600 yıl olduğu için bu yüzden onu gözlemleme ve bilme şansımız olmadığı söyleniyor.

Bizim güneş sistemimiz çok daha farklı bir dizilimde iken, uzaktan gelen ateş renkli gezegen Niburu’nun, çarpmasıyla Tiamat’ın bölünerek dünyanın oluştuğunu, ayın dünyanın yörüngesine girdiğini, Tiamat’ın diğer parçalarının asteroids kuşağını (dövülmüş bilezik) oluşturduğunu, Niburu’nun da bizim sistemimizde yörüngeye girdiğini ( kütlesi çok büyük olduğu için yörüngesinin 3600 yıllık bir elips olduğunu) duymak, masal gibi geliyor kulağa…

Bu masallar, son yıllarda yapılan bazı açıklamalarla desteklenip kafa karıştırıyor ve acaba dedirtiyor:
Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi tarafından yapılan son hesaplamalar, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerinde meydana gelen düzensizlikleri doğruladı. Bir astronom olan Dr. Thomas C. Van Flandern, bu düzensizliklerin tek bir keşfedilmemiş gezegenin varlığıyla açıklanabileceğini söylemektedir. O ve bir meslektaşı, Dr. Richard Harrington, 10’uncu gezegenin Pluton’un yörüngesinin 5 milyar mil ötesine ulaşan oldukça eliptik bir yörüngeye sahip olması gerektiğini hesaplıyorlar.

1982 yılında NASA, ‘dış gezegenlerin ötesinde gizemli bir nesnenin var olduğu kesindir’ şeklinde bir bildiride bulunarak X Gezegeni’nin varlığına ilişkin olasılığı resmi olarak kabul etmişti. Bir yıl sonra, uzaya yeni fırlatılan IRAS (Infrared Astronomical Satellite-Kızılötesi Astronomik Uydu), uzayın derinliklerinde büyük, gizemli bir nesne tespit etti. Washington Post, California JPL’den IRAS Projesi’nde görevli bir bilimadamı olan Gerry Neugebauer ile yaptığı röportajı şöyle özetledi: “Orion Takımyıldızı yönünde, bu güneş sisteminin bir parçası olabilecek kadar Dünya’ya yakın bir gökcismi bulunmuştur. Bütün söyleyebileceğim, bunun ne olduğunu henüz bilmediğimizdir.”

Çarpışma sonucu değişen güneş sistemindeki yeni gezegen Niburu, dünyaya yaklaştığında Niburu’lar ( Annunakiler) yeryüzüne ziyaretler yapıyorlar. Bu ziyaretlerde Ay’ı üs olarak kullandıkları söyleniyor. Onlar dünyaya geldiklerinde insanlar daha ilkel bir canlıydılar. İnsan gücüne ihtiyacı olan uzaylılar, bu ilkel yaratığın evrimiyle oynuyorlar ve bazı genetik deneyler yapıyorlar. Sonunda başarılı olup ilk insanı, yani “Adapa”yı yaratıyorlar. Yorumlara göre bu ilk Homosapien insan olabilir. Zamanla insanlar ve tanrılar bir arada yaşamaya başlıyorlar ve bu da Tevrat’tan bildiğimiz bir hikaye. Daha sonra bazı tanrılar bu durumdan rahatsız oluyor Sümer hikayelerine göre. Bu hikaye Tevrat’ta da yer alıyor, uzaylılar bir tufan vesilesiyle insanların yok oluşuna tanık olmak istiyorlar, ama aralarındaki bir tanrı (adı Enki) insanlara karşı bir sevgi beslediği için onları kurtarmak için bir tanesine durumu anlatıyor. Bu Sümer hikayesi de neredeyse son cümlesine kadar Tevrat’taki Nuh hikayesi ile aynı. Annunaki’ler dünya yılı ile ölçüldüğünde çok uzun ömre sahipler, çünkü kendi bir yılları 3600 dünya yılı ediyor. Tevrat’taki soy ağacı sıralamasında Nuh’un torunları listelenmiş ve her birinin yüzlerce yıl yaşadığı anlatılmış. Tıpkı yine Sümer hikayelerinde olduğu gibi…

Sümer yazıtlarında buna benzer akıl dışı bütün konuları sıralamak, tuğla gibi üst üste dizmek ve Tevrat ile benzerliklerini ortaya koymak bizi şöyle bir sonucag*türüyor:

Tevrat’taki yaratılış ile tufan hikayeleri ve tanrılar (belki de uzaylılar) Sümer hikayeleri ile çok yakından bağlantılı!
Cevaplayamadığımız asıl soru, bu yazıtlarda ismi geçen tanrıların gerçekten uzaylılar olup olmadığıdır. Pek çok bilginin kalesini yıkan bu masalsı yorumlardan sonra Tevrat’tan bazı satırlar aktarmak istiyorum. İster tanrılar, ister uzaylılar diye değerlendirin, ister bu yorumları lanetleyin ama yine de okuyun. Hangi taraftan bakarsanız bakın ilginç geleceğine eminim…

1.bölüm

“Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı. Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir tekerlek gördüm. Tekerleklerin görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi. Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birine doğru sağa sola sapmadan ilerliyordu. Tekerleklerin kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevre gözlerle doluydu. Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe, tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu.

Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi. Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor, yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi. Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlı yaratıkların başları üzerine yayılmıştı. Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarına doğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı. Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, her Şeye Gücü yeten’in sesini, bir ordunun gürültüsünü ansıtıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı. Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu. Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu. Gördüm ki, beli andıran kısmının yukarısı içi ateş dolu maden gibi ışıldıyordu, belden aşağısı ateşe benziyordu ve çevresi göz alıcı bir ışıkla kuşatılmıştı. Görünüşü yağmurlu bir gün bulutların arasında oluşan gökkuşağına benziyordu. Öyleydi çevresini saran parlaklık. RAB’bin görkemini andıran olayın görünüşü böyleydi. Görünce, yüzüstü yere yığıldım, birinin konuştuğunu duydum.

2. bölüm
Sürgünlüğün altıncı yılı, altıncı ayın beşinci günü evde Yahuda’nın ileri gelenleriyle otururken Egemen RAB’bin eli bana dokundu. Baktım, insana benzer birini gördüm: Görünüşü, belinden aşağısı ateşi andırıyor, belinden yukarısı maden gibi ışıldıyordu.Eli andıran bir şey uzatıp beni saçlarımdan tuttu. Ruh beni yerle gök arasına kaldırdı ve Tanrı’dan gelen görümlerde Yeruşalim’e, iç avlunun kuzeye bakan kapısının giriş bölümüneg*türdü. Tanrı’nın kıskançlığını uyandıran kıskançlık putu orada dikiliydi.

3. bölüm
Baktım, Keruvlar’ın başı üzerindeki kubbenin üzerinde laciverttaşından tahta benzer bir nesne gördüm. RAB keten giysili adama, “Keruvlar’ın altındaki tekerleklerin arasına gir. Avuçlarını Keruvlar’ın arasındaki ateş közleriyle doldurup kentin üzerine közleri saç” dedi. Adamın oraya girdiğini gördüm. Adam oraya girdiğinde, Keruvlar tapınağın güney tarafında duruyordu. Bulut tapınağın iç avlusunu doldurdu. RAB’bin görkemi Keruvlar’ın üzerinden ayrılıp tapınağın eşiğine gitti. Tapınak bulutla doldu. Avlu RAB’bin görkeminin parıltısıyla doluydu. Keruvlar’ın kanatlarının sesi dış avludan bile duyuluyordu; tıpkı her şeye gücü yeten Tanrı’nın sesi gibiydi.RAB keten giysili adama, “Keruvlar’dan ve tekerleklerin arasından ateş al” diye buyurunca, adam oraya girip bir tekerleğin yanında durdu.

Sonra Keruvlar’dan biri aralarındaki ateşe elini uzattı, biraz ateş alıp keten giysili adamın avuçlarına koydu. Adam ateşi alıp oradan ayrıldı. Keruvlar’ın kanatları altında insan eline benzer bir şekil göründü. Baktım, her Keruv’un yanında birer tane olmak üzere dört tekerlek gördüm. Tekerlekler sarı yakut gibi parıldıyordu. Dördü de birbirine benziyor, iç içe girmiş bir tekerleği andırıyordu. Hareket edince Keruvlar’ın baktıkları dört yönden birine doğru, sağa sola dönmeden ilerliyordu. Ön tekerlek nereye yönelirse, öbür tekerlekler de onun ardınca gidiyordu. Keruvlar’ın bedenleri -sırtları, elleri, kanatları- ve dördünün de tekerlekleri çepeçevre gözlerle doluydu. Tekerleklere “Dönen tekerlekler” dendiğini duydum. Her Keruv’un dört yüzü vardı: Birinci yüz öküz yüzüne, ikincisi insan yüzüne, üçüncüsü aslan yüzüne, dördüncüsü kartal yüzüne benziyordu. Keruvlar yukarıya doğru yükseldi. Bunlar daha önce Kevar Irmağı kıyısında gördüğüm canlı yaratıklardı. Keruvlar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyor, Keruvlar yerden yükselmek için kanatlarını açınca, tekerlekler de yanlarından ayrılmıyordu. Keruvlar durduğunda onlar da duruyor, Keruvlar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu.

Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.
RAB’bin görkemi tapınağın eşiğinden ayrılıp Keruvlar’ın üzerinde durdu. Ben bakarken Keruvlar kanatlarını açıp yerden yükseldi, tekerlekler de onlarla yükseldi. RAB’bin Tapınağı’nın Doğu Kapısı’nın girişinde durdular. İsrail Tanrısı’nın görkemi onların üzerindeydi. Kevar Irmağı kıyısında, İsrail Tanrısı’nın altında gördüğüm ve Keruvlar olduğunu anladığım canlı yaratıklar bunlardı. Her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı. Kanatlarının altında insan elini andıran bir şey vardı. Yüzleri Kevar Irmağı kıyısında gördüğüm yüzlere benziyordu. Her biri dosdoğru ilerliyordu. Keruvlar kanatlarını açtı, tekerlekler yanlarında duruyordu. İsrail Tanrısı’nın görkemi onların üzerindeydi. RAB’bin görkemi kentin ortasından yükselip kentin doğusundaki dağa kondu. Görümde Tanrı’nın Ruhu beni yukarı kaldırıp Kildan ülkesindeki sürgünlerin yanınag*türdü. Sonra gördüğüm görüm kayboldu.

Danimarka Hükümeti 15.000 Gizli UFO Dosyasını Açıkladı


DANİMARKA HÜKÜMETİ 15.000 GİZLİ UFO DOSYASINI HALKA AÇTI!!

İngiltere Savunma Bakanlığı’nın birkaç ay önce, gizledikleri 1.700 UFO Dosyasını halka açmasından sonra, bu defa da Danimarka Savunma Bakanlığı benzer bir adım atarak, son 30 yıldır gizlenen 15.000 UFO dosyasını halkın bilgisine açtı...

Birçok askeri ve sivil pilotların Danimarka hava sahasında gözlemledikleri ve bazılarında yakın karşılaşmaların yaşandığı pek çok önemli vaka ile birlikte askeri üslerde gözlemlenen UFO’lar ve sivil halk tarafından da rapor edilen önemli gözlemler halkın bilgisine sunuldu...

http://forsvaret.dk/FTK/Nyt%20og%20Presse/Pages/UFO.aspx

Halka açılan UFO Dosyaları için: http://forsvaret.dk/FTK/Flyvevåbnets%20historie/Documents/UFO_materiale.pdf

Haberin İngilizcesi için :

http://www.cphpost.dk/news/article/national/44602-secret-ufo-archives-opened.html

29 Ocak 2009 Perşembe

Dünyada ölümsüz olan tek tür

Ve sonunda ölümsüzlük bulundu...


VATAN DIŞ HABERLER


Binlerce kez masallara, filmlere, romanlara hikaye olan ölümsüzlük sonunda bulundu. Okyanusun derinlerinde yaşayan bir tür denizanasının ölümsüz olduğu ortaya çıktı...

Bilimadamları yaptıkları araştırmada, Turritopsis Nutricula adlı denizanasının yetişkinlikten sonra, genetik yapısını değiştirerek tekrar çocukluğuna döndüğünü ve bu sürecin sonsuza dek sürdüğü belirlendi...



Bu denizanaları da Tolkien'in ünlü kahramanları Elf'ler gibi sadece "öldürülünce" ölüyorlar.

Panama'da bulunan ünlü Smithsonian Tropik Araştırmalar Enstitüsü'nden yapılan açıklamada, bu canlının seks yolu ile gençleştiği belirtildi. Buna göre 5 mm boyundaki canlı, cinsel olgunluğa geldiğinde yani daha fazla üreyemediğinde, genetik bir değişim geçiriyor. Ve sonra gençliğine yani ergenlik yaşlarına geri dönüyor. Bu süreç sürekli tekrarlanıyor.
Turritopsis nutricula' adı verilen ve çapı sadece 4-5 milimetre boyunda teknik olarak "hydrozoan" olarak adlandırılan bu canlı, ömrünün sonuna geldiğinde ya da yaşamını sürdürebilecek koşulları bulamadığında, denizanasına dönüşmeden önceki evreleri olan 'polyp'e geri dönüyor, bir süre sonra da tekrar denizanası oluyor.

Bilim adamları tropikal sularda yaşayan 'Turritopsis nutricula'nın okyanuslara, gemilerin limanlara girmeden önce attıkları safra sularıyla yayıldığını düşünüyor.

Uzmanlar 'Turritopsis nutricula'nın hücre yapısında görülen bu değişimi çözebilirse insanoğlu da ölümsüzlüğün kapısını aralayabilecek.

Bilim adamları sentetik beyin yapmaya çalışıyor

ABD’li bilim adamları, insan beyninin çalışmasından öykünerek karbon nanotüplerden nöronlar üretmeye çalışıyor.

ABD medyasında yer alan habere göre, Southern California Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, bilim adamları beynin parçalarından esinlenerek, önce sentetik görme sistemi veya gerçek bir beynin ara yüzüne benzer kulak salyangozu gibi bölümleri üretmek için uğraşıyor.

Bilim adamları halen tüm nöronların bağlantılarını doğru olarak yansıtacak ve bağlantıların nöronların birbirleriyle nasıl iletişim kurabildiklerini gösteren matematik modelleri oluşturuyor.

Araştırmanın başında bulunan Profesör Alice Parker, bu aşamada bir sentetik beyni üretmenin mümkün olup olmadığını bilmediklerini, insan beynine yakın bir şeyi gerçekleştirmenin yıllar alabileceğini ancak sentetik görme sistemi veya kulak salyangozu gibi bölümlerin yakında yapılabileceğini söyledi.

Sentetik beyin yaratmanın çok zor olduğunu, beyin fonksiyonlarını taklit eden bilgisayar yazılımının tersine sentetik beynin son derece karmaşık bağlantıları bulunan beyin hücrelerini taklit eden donanıma sahip olduğunu belirten Parker, “plastiklik veya esneklik” adını verdiği bir konseptin yapay nöronların deneyim yoluyla öğrenme ve gerçek nöronların yaptığı gibi çevresindeki değişikliklere adapte olabilme imkanı sağladığını kaydetti.

Araştırma, Amerikan Ulusal Bilim Vakfı tarafından finanse ediliyor.

Esneyebilen yeni elektronik tasarım geliştirildi

Amerikalı bilim adamları, normal çalışmasında herhangi bir sorun yaratmaksızın katlanabilen ve esneyebilen yeni bir elektronik malzeme ürettiler.

ABD’nin Miami, Illinois ve Northwestern üniversitelerinde geliştirilen yeni yarı iletken esnek elektronik tasarımı, karmaşık elektronik devrelerin çalışmasında soruna neden olmadan, zor ve karmaşık koşullara uygulanabilme fırsatı sunuyor.

Araştırmacılar, yeni elektronik stratejisinin, bir tirbuşonun mantarı sıkıştırması gibi yüzde 140’a varan yüksek esneklik olanağı sağlayan yarı iletken nanomalzemeden üretildiğini belirterek, esnek elektronik tasarımının, elektronik devrenin esneme, baskıya maruz kalma, katlanma ve diğer mekanik deformasyonlar karşısında performansı düşmeden çalışmasına olanak sağladığını kaydettiler. Daha önce bu alanda yapılan araştırmalarda elde edilen malzemeler, veri iletimine olanak tanıyor ancak, karmaşık devreler üretilmesine imkan tanımıyorlardı.

Yeni malzemenin göz kameraları, akıllı ameliyat eldivenleri, vücut parçaları geliştirilmesi, uçak kanatları, likit kristal ekranlar ve biyomedikal ürünlerin geliştirilmesinde kullanılabileceği belirtiliyor.

Miami Üniversitesi Mühendislik Fakültesi profesörlerinden Jizhou Song, Illinois Üniversitesi profesörlerinden John Rogers ve Northwestern Üniversitesi profesörlerinden Yonggang Huang tarafından üretilen yeni malzeme silikon adacıklarıyla geliştirildi. Kimyasal olarak birleştirilen önceden gerilmiş silikon adacıklar elastometrik substrat oluşturuyorlar.

Televizyon radyo ve internet tek kabloda

Mevcut elektrik kabloları üzerinden gelen sinyallerle televizyon, telefon, radyo ve internet yayını mümkün.

Powerline Communication (PLC) denilen bir sistem sayesinde yüksek hızlı veri transferi yapılabilecek. Böylece elektrik kabloları üzerinden gelen sinyallerle evlerde televizyon izlenip radyo dinlenebilecek. Telefon görüşmesi yapıp internet kullanılabilecek. Tüm bunlar için de ayrı ayrı kabloların döşenmesine gerek kalmayacak.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyesi Prof. Dr. İlhan Yerlikaya, yaptığı açıklamada, bilimin gelişmesinin teknolojik alanlarda her geçen gün yeni bir buluş ve gelişmenin zeminini hazırladığını belirtti.

Yerlikaya, PLC sisteminin halen Rusya, Kore, Tayvan gibi bazı ülkelerde test çalışmalarının yapıldığını, bu sistem sayesinde ağ inşa maliyetlerinin düşeceğini, veri aktarımının daha hızlı ve kaliteli olacağını bildirdi.

TÜRKİYE’DE DE HAYATA GEÇİRİLMESİ MÜMKÜN
Türkiye’de de elektrik sistemlerinin büyük kısmının yer altına alınarak modern hale getirildiğini anımsatan Yerlikaya, “Dolayısıyla da bu sistemin Türkiye’de de hayata geçirilmesi kolay ve mümkün. Sistemin Türkiye’de de hayata geçirilmesi halinde ilave hata gerek olmadan tek hat üzerinden kaliteli ve hızlı veri aktarımı sağlanabilecek. Hat döşeme maliyetleri düşecek” diye konuştu.

Yerlikaya, kablolu TV’nin Türkiye’de çok gelişememesinin sebeplerinden birinin de hat döşeme maliyetlerinin yüksekliği olduğunu, dolayısıyla PLC sisteminin hayata geçirilmesi halinde altyapı maliyetlerinin de en alt seviyeye düşürülebileceğini bildirdi.

Prof. Dr. Yerlikaya, PLC sistemiyle telefon, internet, televizyon, teleworking (uzaktan çalışma sistemleri), teleshopping gibi sistemlerinin çalıştırılabileceğini sözlerine ekledi.

Western Digital 2TB’lık diski pazara sundu

Bekleme konumunda 4 watt enerji tüketen WD Caviar Green piyasaya sürüldü.

Dünyanın ilk 2TB kapasiteli sabit disk sürücüsünü pazara süren Western Digital, Segate ile girdiği rekabetten galip ayrıldı. Firmanın yeni ürünü 2TB kapasiteyi tek diskte sunan ilk ürün olmakla birlikte, enerji tüketimiyle de “Yeşil” bir kimliğe sahip.

Western Digital’in Caviar Green serisi WD20EADS sabit diski, 32MB önbellek ve SATA arabirimine sahip. Saniyede 3Gbps (gigabit) veri transfer hızına sahip ürün, okuma-yazma modunda 7.4, bekleme konumunda ise 4 watt enerji sarfediyor. Bilgisayarın bekleme konumunda ise ürün bir watttan daha az enerji harcıyor.

USB, eSata, Firewire bağlantılar kullanan harici disklerde kullanılmak amacıyla özel olarak geliştirilen ürün, masaüstü bilgisayar ve sunucu sistemlerinde de kullanılabilecek. 3.5 inç ebadında üretilen sabit diskin satış fiyatı ise 299 dolar.

26 Ocak 2009 Pazartesi

İngiliz pilotlar 'uzaylılara' ateş açmış





[Resim: aufozb1.jpg]

İngiliz Savunma Bakanlığı'na bağlı ‘UFO masasında' 3 yıl görev yapan Nick Pop, Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotlarının UFO'lara ateş açtığını fakat düşüremediklerini açıkladı.

Sun gazetesine konuşan Nick Pop, Krallığa bağlı Hava Kuvvetleri pilotlarının (RAF) değişik zamanlarda defalarca UFO'lara ateş açtığını ancak bugüne kadar yere indirmeyi başaramadıklarını iddia etti.

Konuyu ilk defa basına yansıtan Savunma Bakanlığı'ndan emekli Pop, bunun sık yapılan düzenli tatbikat olmadığını, hava sahasında tehdit oluşturan bir cismin varlığının tespitinde RAF pilotları tarafından otomatik olarak cisimlerin hedef alındığını belirtti.

RAF jetlerinin son yıllarda defalarca UFO'ların varlığına şahit olduğunu söyleyen Savunma Bakanlığı yetkilisi, pilotların hazırladığı raporların gizli tutulduğunu, bakanlık içinde UFO'ları vurmak için geliştirilmiş silahlar üretildiğini belirtti.

Pop, toplumda hala zaman zaman alay konusu olmasına rağmen milletvkillerinden, Savunma Bakanlığı yetkilerine kadar birçok kişinin UFO'ların varlığına inandığını anlatırken “Birgün inanıyorum ki pilotlarımız bir tanesini vurmayı başaracak. Yeni geliştirilmiş silahlarla bunu başaracağız” diye konuştu.

KAYNAK: Hürriyet Gazetesi

25 Ocak 2009 Pazar

Obama'nın Yemin Töreninde CNN Kamerasına Giren U.F.O

OBAMA’NIN YEMİN TÖRENİNDE CNN KAMERASINA GİREN UFO!


Yeni ABD Başkanı Barrack Obama’nın Washington meydanında yapılan yemin töreni sırasında, 170 metre yüksekliğindeki Washington Anıtı’nın hemen üzerinden olağanüstü süratle uçan ve CNN kamerasına giren bir UFO görüntülendi!...

Video’nun 0.08 inci saniyesinde kadrajın sağ tarafından ekrana giren, kanadı ve kuyruğu olmayan disk biçimdeki UFO, olağanüstü bir süratle ekranın soluna doğru görüntüden çıkmakta.. Yavaş çekimde de çok net bir biçimde görülen ve çok alçaktan ve hiçbir ses çıkartmadan uçtuğu tespit edilen bu cismin kesinlikle uçak, helikopter, jet...vs olmadığı açık bir biçimde görülmektedir...

Bu video görüntüsü CNN tarafından yayınlandıktan hemen sonra CIA tarafından CNN yetkililerinden orijinali alınmış ve konu örtbas edilmeye çalışılmaktadır...Fakat görüntü FOX ve diğer Avrupa haber ajanslara ulaştığından internet üzerinden yayını engellenememektedir...



Videolar ve Snapshotlar için:

http://news1800.com/2009/01/most-popular/cnn-catches-ufo-on-camera-during-inauguration/

24 Ocak 2009 Cumartesi

Yansıyan ışık doğal hayatı etkiliyor

Uluslararası bir araştırma ekibi, doğal hayata negatif etki yapan yeni bir tür ışık kirliliğini keşfetti.

Yapılan son araştırmalardan biri, asfalt ve cam yüzeylere sahip binalar gibi alanlardan yansıyan polarize ışığın doğal hayat üzerine ters etki bıraktığını ortaya koydu.

Bilim insanlarının son araştırması, doğrudan gelen ışık kaynakları gibi, polarize ışık yansımalarının da bir çok türün davranışlarını etkileyebildiğini ortaya koyuyor. Bu yeni tür ışık kirliliğinin birincil kaynağı asfalt yollar ve cam yüzeyli binalar.

Michigan State Üniversitesi ekolojistlerinden Bruce Robertson’un ifadesiyle bu kaynaklardan yansıyan ışık, bir çok canlı türünün yaşamını devam ettirmesi için gerekli olan doğal işaretlerin önüne geçerek davranışlarını kontrol ediyor.

“Işığın yoğunluğu gibi çevresel işaretler bir çok canlının doğal yaşam sırasında karar vermesi büyük önem taşıyor” şeklinde konuşan Robertson, bu çevresel işaretin doğal olmayan bir şekilde ulaşması durumunda, verilecek tepkinin de doğal olmayacağını belirtiyor. Bu şekilde, canlılar ekolojik bir tuzağa düşüyor.

Dr. Robertson, doğal yaşamdaki en büyük polarize ışık yansıtısı olan su yüzünden, kuşlar, böcekler ve sürüngenler gibi canlıların zaman içinde polarize görüntüyü ayrıştırabilecek bir yapıya büründüğünü ifade ediyor. Bu belirli tip ışığın canlıların hayatında büyük önem arz eden bir rol üstlendiğini belirten Robertson, hayvanların buna göre beslenme ve üreme alanları bulduklarını ekledi.

Buna verilebilecek en iyi örnek yavru deniz kaplumbağaları. Yapılan araştırmalar sonucu yavru deniz kaplumbağalarının, yıldızlardan veya aydan gelen ışığın su üzerindeki yansımasını takip ettiklerini ve bu şekilde okyanusa ulaştıkları biliniyor. Bu nedenden ötürü, şehir yakınlarındaki yavruların suya yönelmek yerine şehirden gelen daha güçlü ışığa doğru ilerledikleri de bilinen gerçekler arasında.

Araştırmacılar, bu tip ışık kirliliğinin azaltılması için yansıma yapabilecek yüzeylerde alternatif materyallerin kullanılmasını öneriyor.

Üstü açık limuzinle saatte 482 kilometre

Dünyanın en hızlı çok yolculu otomobili Bugatti Veyron’un saatte 407 kilometrelik rekoru kırılabilecek mi?

Dünyanın en pahalı ve en hızlı çok yolculu otomobili Bugatti Veyron’u geçmek isteyen Michael Pettipas, sahibi olduğu GPLIMO markasıyla ürettiği 7 kişilik hız limuzini ile bu heyecanı yaşamak isteyen yolcular arıyor.

Bir Formula 1 otomobili gibi tasarlanan ve üstü açık olarak üretilen GP Limo isimli araç, saatte 482 kilometre hıza ulaşabilmek için tasarlanmış ve trafikte yasal olarak kullanılabiliyor.

Trafikte yasal olarak kullanma iznine sahip en hızlı otomobil olarak gösterilen Bugatti Veyron’un şimdiye kadar ulaştığı en yüksek hızsa saatte 407 kilometre.

2005 yılında Utah eyaletinde bulunan kurumuş Bonnevile Tuz Gölü’nde yapılan hız testlerinde 300 kilometrelik hıza ulaşan Michael Pettipas, bu rekoru bir de yolcularla deneyip kırmak, ve Bugatti Veyron’un saltanatına son vermek istiyor.

GPS’li telefon sayısı 240 milyona ulaşacak

Pazar araştırma firması ABI Research’in raporuna göre, 2009 yılında dünyadaki GPS’li telefon sayısının 240 milyona ulaşması bekleniyor.

Küresel mali kriz tüm sektörlerle birlikte bilişim sektörünü de vurmuş olsa da, ABI Research tarafından yapılan araştırmaya göre 2009 yılında dünya genelindeki GPS özelliğine sahip cep telefonu sayısının %6.4 oranında artarak 240 milyona ulaşması bekleniyor.

Tüketicilerin gündelik yaşamına iPhone 3G, Google işletim sistemiyle çalışan T-Mobile G1, BlackBerry Bold ve Storm, Nokia N Series gibi üst seviye telefonlarla giren GPS, 2009 yılında da ürünlerin satılmasında büyük etken olacak.

Analist George Perros’un görüşü, GPS ile konum belirleme özelliğinin günümüzde cep telefonları için ayırt edici bir özellik olduğu ancak, tüketici davranışları ve gelişen trend nedeniyle bu özelliğin önümüzdeki dönemde bir standart haline geleceği yönünde.

GPS’li cihaz kullanımının %6,4 oranında artacağını öngören rapor, cep telefonu pazarında yaşanması beklenen %4 ve 8 arasındaki gerilemeden bu ürünlerin etkilenmeyeceğini belirtiyor. Rapor ayrıca 2014 yılına kadar GPS’li modellerin tüm cep telefonu pazarından %14’e pay alacağını öngörüyor.

Kapsül içindeki sanal gerçeklik

Japonya’da gerçekleştirilen bilişim fuarında gösterilen “medya aracı” sanal gerçeklik için farklı bir deneyim sunuyor.

Mamoru Oshii’nin The Matrix serisine de ilham vermiş olan Ghost In The Shell (Kôkaku kidôtai) isimli animesinden fırlamış gibi görünen sanal gerçeklik makinesi ilgi çekiyor.

Gelecekten geliyormuş gibi görünen bir kontrol paneli olan sanal gerçeklik makinesine üst kapağı açılarak giriliyor. Üst bölümü küre biçiminde geniş bir ekrana sahip olan makinenin alt kısmında bulunan alanda, bacaklar özel bir düzlem üzerinde hareket ettirilerek sanal gerçeklik deneyimi doruğa çıkarılıyor.

Prototip olan makine, şimdilik sadece 60 kilogram ağırlık taşıyabiliyor. Makineyi kullananlar cihazın içinde bulunmanın büyük bir video oyunu içinde olmaya benzer bir his yarattığını söylüyor.

19 Ocak 2009 Pazartesi

Almanlar ve Ufo (Das Haunebu)

Almanlar UFO şeklinde yani disk biçimindeki uçaklar yapmaya çalıştılar ve ortaya RFZ-1 RFZ-2 adlı uçaklar çıktı.

1934 yılı haziran ayıda uçmaya başlayan bu uçakların hızları o dönemlere göre çok fazlaydı.1930 lu yıllarda Almanya teknolojisi çok ilerideydi en süratli otomobil uçak ve ilk televizyona sahipti. 1936 yılı olimpiyatları sırasında ilk sesli film yapılıyor ve ilk jet uçağı denemeleri yapılıyordu.

Bilinmeyen bişey vardı konvansiyonel teknikle işleyen ^uçan daire^ ilk deneme uçuşunu başarı ile gerçekleştirmişti. V-7 şifresi altında gerçekleşen UFO 24 bin mt. yüksekiğe çıkabiliyor ve sesten hızlı uçabiliyordu. Eski bir KGB ajanı olan Rus yazar Uladimir'e göre Naziler bu teknolojiyi Peenemünde ve Bavyera Alplerine düşen dünyadışı varlıklara ait araçlardan esinlenerek yapıyorlardı.Yazara göre Almanlar daha ozamanlarda yer altında üsler kurarak dünya dışı varlıklarla araştırmalar yapıyorlardı.


Almanya 1920 lı yıllarda Vril geselschaft denilen gizli bir örgüt tarafından ciddi şekilde ufo çalışmaları yapılmıştır, iddaya göre 1943 yılında ilk ufolar seri olarak üretilmeye başalandı,
HAUNEBU 1
HAUNEBU II
HAUNEBU III diye adlandırlan bu ufolar Haunebu II çapı 32 metre ve 1945 yılına kadar naziler tarafından 7 adet üretilmiş;52 adet test uçuşu yapılmış ve gizli belgelere göre 4800 km/h hız yapip bazı ss gizli belgelere göre bu hız 40.000 km/h kadar çıkıyordu ve ufoların tipik harektlerine göre hareket ediyordu yukarı aşağı ve 45 derce hareketler yazilacak daha çok var ,hatta bazı teorilere göre Amerikalılar 1940 lı yıllarda Almanyanın ciddi şekilde ufo çalışması öğrendi ve sırf bu yüzden ikinci dünya savaşına girdi....





HAUNEBU TEKNİK ÖZELLİKLERİ