Güncel Başlıklar

18 Aralık 2008 Perşembe

DABBE (Dabbetül Arz) gerçek anlamını biliyor musunuz?

KURAN' nın 27.ci suresi olan NEML suresinin 82.ci ayetinde geçen ; Kıyamet sırasında ortaya çıkacağı anlatılan ve Çeşitli şekillerde yorumlanan DABBE ( Dabbetül Arz ) kelimesinin gerçek anlamını biliyor musunuz ?

Neml Suresinin 82.ci ayetinin Türkçe çevirisi şöyledir. [ O söz, başlarına geldiği zaman onlara yerden bir DABBE çıkarırız . O onlara, İnsanların ayetlerimize inanmadıklarını söyler.] (Prof. Dr. Süleyman ATEŞ)
Bu ayette geçen DABBE kelimesi : Canlı demektir. Orjinal kelime DABBETÜL ARZ olarak geçer. Yani "Arz'dan-Yerden-Yeryüzünden çıkacak Canlı " anlamındadır.
slami çevrelerde DABBETÜL ARZ ; Kıyamet zamanı ortaya çıkacağına inanılan korkunç bir yaratık-hayvan-canavar olarak tasvir edilir.

Bazı anlatımlarda, Kıyametin öncüsü olarak ortaya çıkacak bu Hayvanın, 30 metre boyunda olacağı, Arapça konuşacağı, Bir elinde Hz. Süleyman' ın mührü, diğer elinde Hz. Musa' nın asası'nın bulunacağı, Hz. Süleyman' ın mührü ile inananların alnına "Mümin" inanmayanların alnına da "Kafir" damgasını vuracağı, Müminlerin damgasının Ak, Kafirlerin damgasının Kara olacağı anlatılır.

Bazı Yorumcular ise DABBE' nin Tank, Uçak, Denizaltı, Kamyon olabileceğini yazmışlar, Bu nedenle şu anda Dünya'nın "Kıyamet zamanı" içinde bulunduğunu açıklamışlardır.

Tevrat' ta Ezra adıyla geçen ve Tevrat' ı derleyen kişi olarak bilinen "Üzeyr Aleyhisselam" ın da, Kıyamet zamanı yer altından bir hayvanın çıkacağını ve İnsanlarla konuşacağını anlattığı rivayet edilmektedir. Yani Kıyamet zamanı yerden "canlı hayvan" çıkacağı inancı ve beklentisi Musevi Toplumunda da bulunmaktadır.

Bugünkü Bilgilerimize göre, Dinsel Bilgilerde İnsanlığın sonu olarak tarif edilen KIYAMET ; aslında Dünya Mektebi'nin (26.000 yıllık Siklus devreleri sonunda) kapanırken, Dünya İnsanlarının uyandırılması, İnsani Bilinçlerin ayağa kaldırılması demektir. Ancak çok nadir olmakla birlikte 26.000 yıllık devrenin bitmesine rağmen, İnsanların uyanamaması, Gerçekleri idrak edememesi veya istenmeyen yönlere sapması halinde de, O neslin yok edilmesi için (Dinsel Bilgilerde anlatılan) Fiziksel Kıyametlerin de Dünyada yaşandığı bilinmektedir.

Ruhsal Bilgilerin açıkladığına göre ; Son 26.000 yıllık devrenin, son yüzyılı olan 1900 yılından itibaren Kozmik Enerjilerle uyandırılmaya başlanan İnsanlık gerekli "Kritik Kütle" bilinçlenmesini sağlamıştır. Dolayısıyla Dünyamızda kesinlikle "Fiziksel Kıyamet" yaşanmayacaktır.

Dünyamız Fiziksel Kıyametle değil, İnsanların uykuda olan Bilinçlerinin, uyanmasıyla ayağa kalkacaktır. İnsani Bilinçlerin uyanmaya başladığı bu devre (Yani içinde bulunduğumuz zaman) KIYAMET zamanıdır. Bilinçlenen Dünya İnsanları da, Dünya ile birlikte Boyut değiştirecektir. Dünyamız halen 3.cü Boyuttadır. Dünya ve İnsanlık 2300 yılında fiilen 4.cü Boyuta geçmiş olacaktır. Aslında bu süreç 2000 yılından itibaren başlamış olup arttırılmakta olan yüksek kozmik enerjilerle, Dünya ve İnsanlık kademe kademe 4.cü Boyuta taşınmaktadır.

Akaşa Yayınlarından "GALAKTİK İNSAN" adlı Kitabın yazarı olan Sheldan Niddle, Merkezi SİRİUS' ta bulunan FEDERASYON isimli merkez'den aldığı 15.Ocak.2000 tarihli bildiride "Alice Harikalar Diyarında, isimli çocuk romanında anlatıldığı gibi Yer Kürenin içinde kat kat (Soğan Kabuğu gibi) realiteler-yaşamlar-medeniyetler olduğunu" açıklamaktadır.

Bilgi Kitabı da ; Dünyanın içinde, Dünya ile iç içe yaşamakta olan AGARTHA medeniyetinin bulunduğu ve AGARTHA' da 4.cü Boyut Evriminin yaşanmakta olduğunu açıklamaktadır. Yine Bilgi Kitabı'nda, Dünya Okyanuslarının altında kurulmuş olan DRAGON isimli yüksek bir medeniyetin de mevcut olduğu bildirilmektedir.

Ruhsal Bilgiler, halen 3.cü Boyuttan 4.cü Boyuta geçme sürecinde bulunan İnsanlığın, belli bir bilinç aşamasına geldikten sonra, AGARTHA medeniyetinin Dünya' ya resmen açılacağını bildirmekte, ayrıca Uzaydaki diğer yüksek bilinçli varlıklarında bu süreç içinde kendilerini açıkça Dünya İnsanlarına tanıtarak, temasa geçeceğini açıklamaktadır.

Bazı Ruhsal Kaynaklar, iç Dünya'da yer alan Agartha medeniyetinin yerini çizim olarak vermiştir.
Resim


İşte Bizlerin şu anda göremediği, ancak iç içe yaşadığımız, bu Medeniyet Mensupları, Dünya İnsanlarının 4.cü Boyuta -- Bu mesaj otomatik olarak gelmektedir. -- sürecinde onları karşılayacak, kendilerini tanıtacak ve İnsanlara Bilgi aktaracaklardır. Kuran'ın Neml Suresinde bahsedilen DABBETÜL ARZ, yani Yerden çıkacak ve Hakikatleri anlatacak olan Canlı Varlıklar, Bu medeniyetlerin Mensupları olan Varlıklardır.

Dünyanın 4.cü Boyuta -- Bu mesaj otomatik olarak gelmektedir. -- şöyle olacaktır. Güneş'ten ve Kozmo' an gelen Enerjileri, Düşünceleriyle, Bilgi ve Bilinçleriyle çekerek hücresel titreşimlerini Gerekli seviyeye yükselten İnsanlar kendilerini (Yine Dünya'da ama) farklı bir ortamda bulacaklardır. Burası 4.cü Boyuttur. Çeşitli Ruhsal kaynaklarda YÜKSELİŞ olarak anlatılan olay da budur.

4.cü Boyuta geçen İnsanlar 3.cü Boyutta kalan İnsanlar tarafından görülemeyecektir. Onlarla aynı yerde iç içe olmalarına rağmen, 3.cü Boyut İnsanları, 4.cü Boyuta geçen İnsanları kaybolmuş olarak algılayacaktır. YÜKSELİŞ İnsanın mevcut Bedeniyle birlikte 4.cü Boyuta geçmesidir. 3.cü Boyutta iken Çeşitli nedenlerle YÜKSELİŞ' e katılmayan veya katılamayan ancak Bilgi ve Bilinçlerini, Hücresel titreşimlerini 4.cü Boyut Frekansına ulaştırmış olan İnsanlar ise Ölümlerinden sonra ışınlanarak-anında 30 yaşındaki Bedenleriyle 4.cü Boyuta alınacaklardır.

2300 yılına gelindiğinde ise 4.cü Boyut tamamen Dünya üzerine açılacak ve yerleşecek, Dünya üzerinde 3.cü Boyut Bilincinde hiç bir İnsan kalmayacaktır. 4.cü Boyut Bilincine ulaşamayan, İnsani Bilinçler, Evrimleri için, 3.cü Boyutun yaşandığı, diğer gezegenlere transfer edileceklerdir.

4.cü Boyutta Ömürler çok uzundur (800 sene) ama, fiziksel görünüm hep 30 yaş civarındadır. Doğum ortadan kalkacaktır. Tüm işleri hep robotlar görecek, İnsanlar Uzay çalışmaları, uzay seyahatleri ve araştırmaları, yapacak, Yepyeni İlim, Bilim, Sanat, Biyoloji vs. dallarında araştırmalar yaparak çalışacaklardır. Herkesin bütün ihtiyaçları Devlet tarafından karşılanacak, Kötülük, Savaş, Açlık, Korku, Baskı, Sindirme, Öldürme v.s. gibi negatif olaylar Dünyada olmayacaktır. Sınırlar ortadan kalkacak,Tüm milletlerden oluşan, Tek bir Dünya Devleti olacaktır. Dünya Devleti, Samanyolu Galaksisinde bulunan FEDERASYON' a üye olacaktır.

SONUÇ ; Her Bilgi Allah'ın Bilgisidir. Bütün Dinsel-Ruhsal ve İlmi Bilgiler arasında Gerçekleri ve Kaynağın Tekliğini gösteren inanılmaz bağlar vardır. Bütün Bilgilerde "Gerçekler ve Doğrular" mevcuttur.

Yanılan-Yanlış yapan (Mevcut Bilgi ve Bilinç seviyesinden dolayı) Bilgiyi yorumlayan İnsanın kendisidir.

DABBETÜL ARZ, Kıyamet Zamanında yani Bilinçlenerek 4.cü Boyuta geçen İnsanlara, 4.cü Boyutu tanıtacak ve Gerçekleri anlatacak olan, halen Dünyanın içsel katmanlarında yaşamakta olan 4.cü Boyut Varlıklarıdır. 3.cü Boyut İnsanlarına bu gerçek asırlar önce aktarılmış olmasına rağmen İnsanlar yetersiz Bilgilerinde dolayı DABBETÜL ARZ' ı yanlış anlamışlardır.

DABBETÜL ARZ, 3.cü Boyut varlıklarına 4.cü Boyut Varlıklarını anlatan bir Şifre Kelimedir.

Uçan Yaratıklar

Borneo: Dünyanın en esrarengiz ormanında yüksek ağaçlar arasındaki boşlukta düşe dönüşen yaratıklar. Kayarak, süzülerek, yüzerek havada ilerleyen kertenkeleler, yılanlar, lemurlar, kurbağalar. Yağmur ormanları biyoloğu Tim Laman, Borneo Adası'ndaki uçan yaratıkları Atlas okurları için kaleme aldı.

Borneo yağmur ormanları
Dünyanın en esrarengiz mekânlarından biri Borneo yağmur ormanları, çok sayıda uçan memelinin, uçan sürüngenin ve uçan kurbağanın evi...

Uçan lemur (Galeopterus variegatus)
Diğer lemurlarla bir akrabalığı olmayan Uçan lemurlar, ayrı bir aileye, derikanatlı familyasına aitler.

Uçan dev sincap (Aeromys thomasi)
Gece karanlığında ormanda ağaçlar arasında sessizce gidip geldiğinden, biyologlar tarafından detaylı olarak çalışılması son derece güç canlılar arasında yer alıyor.

Draco kertenkelesi (Draco cornutus)
Borneo Adası'nda uçan sürüngenler içerisinde en uzun mesafeyi kat edeni draco kertenkelesi. Rakip erkekler birbirlerini ağaçtan ağaca uçarak havada kovalıyorlar.

Uçan lemur
Uçan lemurlar, süzülebilen memeliler arasında en gelişmiş kanat benzeri derilere sahipler

Uçan Kurbağa
Borneo Adası'na özgü en büyük uçan kurbağalardan biri o, Rhacophorus nigropalmatus. Havada süzülürken su birikintilerine yakın ağaçların üzerindeki dişileri çağırıyor.

Uçan Gekolar
Yağmur ormanının gece ortaya çıkan avcılarından biri de Kuhl uçan gekoları

Cennet ağacı yılanı (Chrysopelea paradisi)
Bir dalda vücudunu yay gibi gerip kendini fırlattıktan sonra omurgası açılarak gövdesi bir kâğıt gibi incelir. Böylece yüzey alanı havanın kaldırmasına yardım edecek kadar artmış olur.

‘Cep telefonu olanlar fişleniyor’

MANSUR ÇELİK Ankara

Türkiye Bilgisayar Mühendisleri ve Programcıları Derneği Başkanı Sönmez, telefon sahibinin adının, soyadının, hatta gittiği yerlerin bile kaydının yapıldığını söyledi

TBMM Telekulak Komisyonuna bilgi veren, Türkiye Bilgisayar Mühendisleri ve Programcıları Derneği Başkanı Yılmaz Sönmez, cep telefonlarının yaydığı sinyal cihazlarından telefon sahibinin adının, soyadının, hatta gittiği yerlerin bile kaydının yapıldığını söyledi. Sönmez, “Yani, artık cep telefonu olan herkes fişleniyor” dedi.
Komisyonun 2 Aralık’ta yaptığı toplantının tutanakları şöyle:
SÖNMEZ: Sinyal bilgilerinin tespiti. Bu da Türkiye’de alenen yapılıyor. Yani, artık, Türkiye’de 70 milyon insanın nereye gittiği...
BAŞKAN HAKKI KÖYLÜ: Yani, bunu kolluk güçlerinin dışında başkaları da mı yapıyor?
SÖNMEZ: Bu kaydediliyor. Herkes fişleniyor mu desek özellikle. Yani herkes, cep telefonu olan kişi, adı, soyadıyla birlikte login kaydı olarak fişleniyor.
SÖNMEZ: 60-70 bin dolarlık bir takım frekans tespit cihazları var. Uyducular çok kullanıyor. Her eve çanak kuruyorlar mesela. Havadaki frekansı yakaladığınızda indiriyorsunuz laptopunuza. Atıyorum 555 741’li bir numarayı seçiyorsunuz havada, o yayındaysa indiriyorsunuz ve bilgisayarınıza kaydediyorsunuz.
Bu pasif dinleme gibi gözüküyor ama, havadaki sanal bir frekansı tespit etmek. Bunu genelde büyükelçilikler yapıyor gibi görüyorum, düşünüyorum. Çünkü, bazen bakıyorum antenlerine, bu GSM anteni diyorum, ne yapıyor bu anten burada diye.
Sönmez’in “Şimdi, bu komisyondaki Önder Sav’ın cep telefonuna yüklendiği söylenen yazılım nereden gelmiş? Gene GSM şirketi vasıtasıyla cep telefonuna yüklenmiş olarak gözüküyor. Şimdi, bunu kim yükledi, bunun suç ortağı kim? Bir GSM şirketi örneğine bakarsanız” diye konuşmasına AKP’liler tepki gösterdi.
AKP Samsun Milletvekili Suat Kılıç, mahkemenin dinlenme olmadığına dair kararı bulunduğunu belirtince Sönmez, “Yanlış anlaşılmışsam özür dilerim” dedi.

Mertlik öldü
Sönmez, cep telefonlarına sahibinin haberi olmadan gönderilecek bir mesajla da dinleme yapılacağını söyledi. Sönmez, “Şu an odanın içinde ne kadar cep telefonu varsa, bütün sinyaller bize en yakın baz istasyonuna kayıtlanıyor. Yani, artık cep telefonu olan herkes fişleniyor” dedi.

Faturayı yüzde 90 düşüren icat!

FunikaTec A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Sözkesen, icat ettikleri "Hibrit Isı Maddesi" (HIM) adını verdikleri madde ile enerji tasarrufu sağlayacaklarını belirterek, "Buluşumuzun Türkiye’ye Nobel Fizik Ödülünü getireceğine inanıyoruz" dedi.

Sözkesen, düşük maliyetlerle enerjinin verimli kullanılması ve bozulan ekolojik dengeye çözüm sunulması için geliştirilen buluş ve projelerini açıklamak amacıyla düzenledikleri basın toplantısında, dünyadaki enerji sorununu çözecek ve enerji tasarrufu yapacak "Hibrit Isı Maddesini" bulduklarını söyledi.

100 LİRALIK FATURA 7 LİRA OLACAK


Bu maddenin kullanılmasıyla ekonomiye Türkiye’de yılda 20 milyar, dünyada ise 2 trilyon dolar katkı sağlanacağını öne süren Sözkesen, "Bir iş adamı olarak aylık enerji masrafınız 100 lira ise bu teknolojiyle bu 7 liraya düşmektedir. Bu projemizle ilgili şu anda 15 firmayla görüşüyoruz. Bunlar yılbaşından itibaren buluşumuzu kullanabilecekler" diye konuştu.

Sözkesen, ürünün sağlayacağı tasarrufun dünyadaki enerji darboğazına çare olacağını savunarak, "İşte bu yüzden bu buluşumuzun Türkiye’ye Nobel Fizik Ödülünü getireceğine inanıyoruz" dedi.

Hibrit Isı Maddesinin kullanım alanının geniş olduğunu dile getiren Sözkesen, ısı olan her mecrada kullanılabilecek ürünün, otomotiv ve tekstil sektörü gibi alanlarda da yarar sağlayacağını söyledi.

Nuri Sözkesen, Denizli’deki fabrikalarında Ar-Ge bölümü oluşturduklarını, cirolarının yüzde 3’ünü oluşturan 1,5 milyon doları ayırdıkları bölümün, Hibrit Isı Maddesi’nin de aralarında bulunduğu 6 buluş gerçekleştirdiğini ifade etti.

Buluşlarla ilgili bilgi veren Sözkesen, "Çöllerin yeşertilmesi, çöl alanlarında tarım ürünlerinin yetiştirilmesi için lazer destekli bir sistem oluşturduklarını", "GAMA ışını radyasyonunu durduran hibrit polimer bileşik icat ederek zararlı radyasyon ışınlarına karşı yeni nesil bir koruyucu ürettiklerini", "HYD-X Ray radyasyonunu durdurucu bir madde bulduklarını", "Elektromanyetik dalgayı durduran kumaş yaptıklarını" ve "Robot internet takip sistemini oluşturduklarını" bildirdi.

Bu buluşların patentleri için ulusal düzeyde başvuruda bulunduklarını anlatan Sözkesen, icat ve buluşların zor, zahmetli ve masraflı olduğunu, ancak bunları ticarileştirmenin çok daha zor olduğunu sözlerine ekledi.

Muğla Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekan Vekili ve FunikaTec A.Ş. Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Muhammed Eltez de, Hibrit Isı Maddesiyle ilgili teknik bilgi verdi.

"Enerji, ekonomi ve ekoloji, yani ’3E’ dediğimiz, dünyanın temel değerleridir. Buluşumuz olan Hibrit Isı Maddesi kullanıldığı takdirde enerji tasarrufu sağlayacak, hem ekonomiye katkı yapacak hem de ekolojik olarak çevreye zarar vermeyecektir" dedi. Hibrit Isı Maddesi’nin kompozit bir madde olduğunu anlatan Eltez, içindeki enerji paketçiklerinde moleküler titreşimin ısı enerjisi sağlayarak enerji tasarrufu sağlayan maddenin yüzde 90 oranına kadar elektrik tasarrufu sağlayabileceğini ifade etti.

Prof. Dr. Eltez, "Bu buluşun temeli tamamen fiziksel olup, ’moleküler rezonans’ tabiri ile açıklanabilmektedir. Ortaya çıkan fazla ısı ’termodinamik COP performans katsayısı’ ile ifade edilmektedir" diye konuştu.


Kaynak:AA

Fişe takılıyken elektriği sömüren cihazlar

Bazı elektrikli cihazların elektrik kullanması ve faturayı kabartması için fişe takılı durması yetiyor.

Elektrikli cihazları düğmesinden kapatmayıp bekleme durumunda bıraktığımız takdirde elektrik harcamaya devam ettikleri biliniyordu.

Ancak, bir kısım ev aletinin kapalı olmasının bile yeterli olmadığı, fişe takılı oldukları sürece elektrik çekmeye devam ettikleri anlaşıldı. Bu duruma "enerji vampirliği" deniyor ve bütçede deliklere sebep olabiliyor.

"Good" dergisinin yaptığı araştırmaya göre, bu aletlerin en başında plazma TV'ler geliyor. Fişte bırakılan plazma TV'ler, yılda toplam 1452 kilowatt'lık enerji yiyor.

Ardından, yılda 311 kilowatt'la bilgisayarlar, 233 kilowatt'la oyun konsolları, 144.5 kilowatt'la dizüstü bilgisayarlar ve 133 kilowattla laser yazıcılar geliyor.

Elektriğin kW/s'inin 20 kuruş olduğu ülkemizde, toplam fatura yükünün böyle bir durumda yüksek olması kaçınılmaz.

INET-TR Konferansı 21 Aralık’ta başlıyor

1995’den beri her yıl ulusal boyutta düzenlenen INET-TR konferansı, bu yıl 1997 yılından sonra 2. kez, ODTÜ’de düzenleniyor.

Türkiye’de İnternet ile ilgili grupları bir araya getirerek İnternet’i tüm boyutlarıyla tanıtmak, geliştirmek, tartışmak, İnternet teknolojileri aracılığı ile toplumsal verimliliği artırmak ve toplumun dikkatini olabildiğince bu yöne çekmek amaçlarıyla, 1995’den beri her yıl ulusal boyutta düzenlenen INET-TR konferansı, bu yıl 21-22-23 Aralık tarihlerinde ODTÜ’de düzenlenecek.

Türkiye İnternetinin bir resminin çekildiği, ana sorunlarının tartışıldığı, çözümler için ortak akıl arandığı, internetle ilgilenen herkese, uzmanına, öğrencisine, ev hanımına, emeklisine açık olan, işin teknik boyutunun yanında sosyal boyutlarının da tartışıldığı INET-TR konferansı tüm katılımlara açık ve ücretsiz olarak düzenlenecek. Katılım için http://www.inet-tr.org.tr adresi üzerinden kayıt olmak yeterli.

Bu yıl ‘İnternet ve Demokrasi’, ‘İnternet yasakları’, “e-Çevre: Çevre için İnternet” konularının öne çıkarılacağı konferansta, “İnternet teknolojileri yoluyla Demokrasimizi nasıl geliştiririz, katılımı nasıl artırırız ve yolsuzlukları nasıl önleriz” konusunda Siyasal Partilerin ve uzmanların katılacağı panel ve katılımcıların görüşlerini açıklayacağı bir forum yapılacak. Bu amaçla, Siyasal Partilere interneti bu amaçla nasıl kullanmayı düşündükleri soruları iletilerek, partilerden gelecek cevaplar konferans ağında yayınlanacak.

Detaylı bilgi için http://www.inet-tr.org.tr adresi ziyaret edilebilir.

En az yarım saat, en fazla bir saat ders çalışın

“Eğitimde etkin öğrenme ve ders çalışma yöntemlerinde verimlilik” başlıklı çalışmada, ders çalışma sürelerinin en az yarım saat, en fazla bir saat olarak ayarlanması, her bir saatte 10 dakika ara verilmesi tavsiye ediliyor.

Milli Prodüktivite Merkezi’nin (MPM) hazırladığı “Eğitimde etkin öğrenme ve ders çalışma yöntemlerinde verimlilik” başlıklı broşürde, öğrencilere verimli ders çalışma yöntemleri anlatılıyor. Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için en temel girdinin öğrenci fonksiyonu olduğu belirtilen broşürde, öğrencinin herhangi bir bilgi, tutum ve davranışı öğrenmesi için öncelikli olarak öğrenmeye istekli olması gerektiği anlatılıyor.

Öğrencinin başarılı olabilmesinin etkin öğrenme ile gerçekleşeceği kaydedilen broşürde, öğrencinin harcadığı çaba oranında başarı gösterememesi durumunda çalışmanın verimsiliğinden söz etmek gerektiği belirtiliyor.

Etkin öğrenme tekniklerinin eğitimde kullanılmasının öğrenciye, katılımcılık, olumlu ve amacına uygun bilgi, tutum ve davranış değişikliği, öğrenilen şeyin yaşantıda kullanımı ve sorun çözücü düşünme yeterlilikleri kazandıracağına işaret edilen broşürde, etkin öğrenme ve verimli ders çalışma konusunda şu önerilerde bulunuluyor:

“Öğrenciler öncelikli olarak kısa ve uzun dönemli hedeflerini belirlemelidir. Öğrenci ders çalışmaya başlamadan önce çalışma ortamını düzenlemelidir. Öğrenciye mümkünse ders çalışabileceği bir oda, bu sağlanmıyorsa evin içinde uygun bir köşe veya yer ayırmalı, buraya bir masa ve sandalye yerleştirilmelidir. Çok rahat ve yumuşak bir koltuk, kanepe veya yatak üzerinde uzanarak, yatarak çalışma, öğrencinin ağırlaşmasına neden olabilir. Çalışma masasının karşısına veya öğrencinin göz hizasına gelecek şekilde, dikkati dağıtıcı, hareketli veya sabit materyal yerleştirilmemelidir. Çalışma ortamı gürültüden, müzik veya TV sesinden arındırılmalıdır.”

Türk doktordan beyin kanamalarını önleyen buluş

Beyin kanamalarına yol açan anevrizmaya neden olan 3 gen bulundu. Araştırma sayesinde, anevrizma oluşma riski yüksek hastalar basit bir kan testiyle tespit edilerek, beyin kanamaları önlenebilecek.

Yale Üniversitesi Beyin Cerrahisi Damar Hastalıkları (Nörovasküler) Bilim Dalı Başkanı ve Beyin Genetiği Programı Direktörü Prof Dr. Murat Günel’in, aynı üniversiteden Dr. Richard Lifton ve Türk doktorlar Kaya Bilgüvar, Yaşar Bayrı ve Zülfikar Arlıer ile birlikte yürüttüğü 15 yıllık araştırmanın sonuçları, dünyanın en büyük tıp dergilerinden biri olan Nature Genetics’te yayınlandı.

Araştırmada, Hollanda’nın yanı sıra, dünyada anevrizmaya bağlı beyin kanamalarının en çok görüldüğü Finlandiya ve Japonya’dan toplanan 10 binin üzerinde kan örneğinden elde edilen genetik materyal (DNA) kullanıldı. Bunların yaklaşık 2 bin 200’ü anevrizma hastalarından, 8 bini de sağlıklı, anevrizması olmayan insanlardan toplandı.

Araştırmada ilk olarak, Avrupalı hastaların kanlarındaki (DNA) 300 bin değişik bölgeye bakıldı. Sonuçta, 3 bölgedeki değişikliklerin anevrizma riskini tüm dünya toplumlarında artırdığı belirlendi.

Araştırma sayesinde, basit bir kan testiyle beyin kanaması olmadan anevrizma oluşma riski yüksek hastaların tespit edilebileceği bildirildi.

Bu kişiler belirlenince, MR Anjiyo ve KT Anjiyo gibi radyolojik tetkiklerle takip edilebilecek. Oluşumu belirlenebildiği takdirde de anevrizma, patlamadan önce cerrahi veya damar içi yöntemler kullanılarak tedavi edilebilecek.

ANEVRİZMA OLUŞMASININ NEDENLERİ
Günel, bu araştırma sayesinde ortaya çıkarılan 3 genin tespitiyle, söz konusu hastalığın oluşum nedenlerinin de anlaşılmaya başlandığını bildirdi.

Araştırmayla, hiç beklenmedik bir şekilde, her 3 genin de damarlardaki bozukluğu tamir eden kök hücreleri etkilediğinin belirlendiğini anlatan Günel, “Bu genlerdeki bozukluklar, beyin damarlarının sertleşerek erken yaşlarda bile yaşlanmalarına yol açıyor. Bu erken yaşlanmaya bağlı olarak da anevrizmalar ortaya çıkıyor ve zamanla patlayarak beyin kanamalarına ve felçlere sebep oluyor” şeklinde konuştu.

Günel, uzun vadedeki hedefinin, bu sonuçlara bağlı olarak yeni tedaviler geliştirerek, anevrizmaları kanamadan teşhis edip yeni yöntemler kullanarak hastaları iyileştirmek olduğunu söyledi.

TÜRKİYE’DE ANEVRİZMA HASTALIĞI
Günel’in verdiği bilgiye göre, anevrizmaların toplumda görülme riski yaşla artıyor.

ABD’de yapılan araştırmalara göre, hastalık 60 yaşında toplumun yüzde 5 gibi büyük bir kısmını etkileyebiliyor.

Türkiye gibi sigaranın çok içildiği ve yüksek tansiyonun sık görüldüğü toplumlarda, bu oran yüzde 5’in üzerine bile çıkabiliyor. Ancak, Türkiye’de bu konuda yapılan bir araştırma olmadığı için, tam bir sayı verilemiyor.

Sadece Türkler’de etkin genlerin varlığının mümkün olduğunu, ancak, Türkiye’de böyle bir araştırma yapılmadığı için bunun var olup olmadığının henüz bilinmediğine dikkati çeken Murat Günel, “Bu yüzden böyle bir araştırmanın Türkiye’de de yapılarak, Türkler’e özgü bu genlerin saptanması halinde, gereken önlemlerin alınması çok önemli” diye konuştu.

Verem 9000 yıl önce de varmış

İsrail’de bulunan iskeletlerde veremin somut en eski izlerine rastlandı...

Bilim adamları, 9000 yıl önceki, kesinliği kanıtlanmış en eski verem vakasını ortaya çıkardılar.

İsrail’in Hayfa kenti yakınındaki neolitik dönemden kalma Alit-Yam köyündeki kazılarda ortaya çıkarılan anne ve bebek kalıntıları üzerinde yapılan incelemede, tüberkülozun somut en eski izlerine rastlandığı bildirildi.

University College London ve Tel Aviv Üniversitesi’nden uzmanlar, kalıntılarda bulunan vereme yol açan bakteriyi DNA teknolojisi kullanarak tespit ettiler.

Daha önceki araştırmalarda, tüberkülozun 500 bin yıl önce varolduğuna dair bazı işaretler görülse de Afrika’dan göçen ilk insan türlerinden bir erkek iskeleti üzerindeki bu verem işaretleriyle ilgili kesin bir kanıt bulunamamıştı.

İsrail’de bulunan kemiklerin, daha önce İtalya’da bulunan ve kesinliği kanıtlanmış verem bulgularından 3000 yıl daha eski olduğu belirtildi.

Bilim adamları, daha önceki teorilerde, insan tüberkülozunun hayvanların evcilleştirilmesinden sonra sığır tüberkülozundan evrimleştiğinin öne sürüldüğünü hatırlatarak, İsrail’de bulunanın kesinlikle insan tüberkülozu olduğunu vurguladılar. Bunun da insan tüberkülozunun sığır tüberkülozundan önce varolduğunu gösterdiği kaydedildi.

Bilim adamları, iskeletlerdeki tüberküloz DNA’sında, şu anda dünyadaki yaygın tüberküloz türlerinin ortak karakteri olan belli bir DNA parçasının silindiğini tespit ettiler.

Araştırmayı yapan Dr. Helen Donoghue, bu silinmenin 9000 yıl önce olması gerçeğinin bakterinin zaman içinde geçirdiği değişimin ölçüsü hakkında fikir verdiğini söyledi.

Bu araştırmanın, hastalığa karşı daha etkin tedavi yöntemlerinin bulunmasında bilim adamlarına yardım edeceğinin ümit edildiği bildirildi.

MP3 çalarlarınızın sesini kısın

AB Komisyonu, milyonlarca gence uyarıda bulunarak, haftada 5 saatten fazla yüksek sesle MP3 çalarlarından müzik dinleyenlerin 5 yıl sonra kalıcı sağırlıkla karşı karşıya kalabileceklerini vurguladı...

AB Komisyonu’ndan yapılan açıklamada, bilim adamlarının yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göre, çocuk ve gençleri giderek artan yüksek ses seviyesinden ve “kuru gürültüden” korumanın gerekliliğine işaret edilerek, “Ses kalitesi kaybı olmaksızın çok yüksek ses üretebilen yeni kuşak kişisel müzikçalarlardan kaynaklanan riskin endişe yarattığı” belirtildi.

İşitme kaybı riskinin ses düzeyine ve maruz kalınan zamana bağlı olduğu ifade edilen açıklamada, giderek daha fazla gencin bu riskle karşı karşıya olduğunun altı çizildi.

Haftada sadece 5 saat 89 desibelden daha yüksek sesle müzik dinleyenlerin, AB’nin işyerlerinde izin verdiği gürültü limitlerini çoktan aşmış olacakları belirtilen AB Komisyonu açıklamasında, daha uzun süre bu kadar yüksek seviyede müzik dinleyenlerin, 5 yıl sonra kalıcı işitme kaybı riskiyle karşı karşıya bulunacakları uyarısı yapıldı.

AB Komisyonu’nun talebi üzerine yapılan araştırmada, her gün taşınabilir müzikçalarlarından 50 milyon ila 100 milyon kişinin müzik dinlediği tahmin edilen Avrupa’daki gençlerin 5 milyon ila 10 milyonunun risk kategorisinde bulunduğu belirlendi.

AB Komisyonu’nun tüketici işlerinden sorumlu üyesi Meglena Kuneva, uzmanların tahminine göre, son dört yılda AB ülkelerinde 184 milyon ila 246 milyon taşınabilir müzikçalar satıldığını ve bunun 124 milyon ila 165 milyonunun MP3 çalar olduğunu belirterek, “Kişisel müzikçalarları ve cep telefonlarından sürekli yüksek sesle müzik dinleyen gençler için endişeliyim, belki çoğu kalıcı işitme kaybı riski bulunduğunu bilmiyor” dedi.

Honda’dan yürüme yardımcısı

Japon firmanın geliştirdiği yürüme asistanı, insanların çalışırken ve yürürken yorulmamaları ve fizik tedavi sürecini hızlandırmayı amaçlıyor.

Otomobil ve motorsiklet gibi tekerlekli taşıtlarıyla ünlü olan Honda, insanların kendi ayakları üzerinde hareket ederken de rahat olmaları için büyük yatırımlar yapmaya devam ediyor. Firmanın duyurusunu yaptığı Yürüyüş Asistanı, fizik tedavi ve rehabilitasyon hastalarının iyileşme sürecini hızlandırırken, ayak üstünde çalışmak zorunda olan insanların verimliliğini de arttırmayı amaçlıyor.

Yürüme konusunda zorluk yaşayan insanların hayatını kolaylaştırmak için uzun yıllardır çalışan Honda, geliştirmesine devam ettiği Yürüyüş Asistan Cihazı (Walking Assist Device) ile hem hastaların iyileşme sürecini hızlandıran, hem de tüm gün boyunca ayakta çalışmak zorunda kalan insanlar için iyi bir alternatif haline geldi.

Yürüme, merdiven çıkma, ayakta durma gibi günlük hayat faaliyetlerine destek olan cihaz, bisiklet selesine benzeyen destek ünitesi sayesinde vücut ağırlığını da dengeliyor.

Fizik tedavi ve rehabilitasyon hastaları başta olmak üzere, yürüme güçlüğü çeken ilerlemiş yaştaki insanlar için geliştirilen cihaz, Honda’nın otomobil montaj fabrikalarında çalışan işçileri üzerinde gerçekleştirdiği bir çalışmanın sonuçlarına göre, gün boyunca ayakta çalışan işçiler için de hayatı kolaylaştırıyor.

Aile içi şiddetin sudan sebepleri

Trabzon’da, bu yılın ilk 9 ayında 213 aile içi şiddet olayı meydana geldi. Tamamına yakını kadınlara yönelik olan şiddetin gerekçeleri arasında traji-komik bahaneler yer alıyor.

Trabzon'da Emniyet ve jandarma kayıtlarına yansıyan ifadelere göre, mağduru kadın olan aile içi şiddet olaylarının nedenleri arasında sudan sebepler de yer alıyor.

Mağdurların ifadelerine göre, darp edilmelerine neden olan bazı gerekçeler şöyle:
* Beşikdüzü ilçesinde N.K adlı kadın, kendisinden izinsiz çocuğuna oyuncak aldığı gerekçesiyle eşi İ.K tarafından darp edildiğini iddia etti.
* Araklı ilçesinde oturan S.Ç, ağlayan bebeğini susturamadığı için kocası F.Ç. tarafından şiddete maruz kaldığını söyledi.
* Merkez 1 No’lu Erdoğdu Mahallesi’nde oturan M.N, kendisinden izin almadan evdeki halıyı yıkadığı gerekçesiyle eşi G.N’yi dövdü.
* Beşikdüzü ilçesinde M.D, “Bu çocuk niye yatağa işiyor” diye sorumlu tuttuğu eşi H.D’ye şiddet uyguladı.
* Akçaabat ilçesinde yaşayan M.B, sigara almasını istediği halde kendisine sigara getirmeyi unutan eşi G.B’yi darp etti.
* Of ilçesinde seyrettiği televizyonun kanalını değiştirmesine sinirlenen S.K, eşi M.K’ya şiddet uyguladı.
* Vakfıkebir ilçesinde K.O, “Niye soba tütüyor” diye kızan eşi S.O. tarafından darp edildi.
* Beşikdüzü ilçesinde eve gelen misafirlerle fotoğraf çektiren Ş.İ, misafirler gittikten sonra, eşi A.İ tarafından “Neden onlarla fotoğraf çektirdin?” diye darp edildi.
* Merkez Gülbaharhatun Mahallesi’nde oturan F.A, yemeğin tuzu konusunda tartıştığı eşi L.A’ya şiddet uyguladı.
* Merkez Soguksu Mahallesi’nde oturan A.İ.B, “Ne biçim karpuz kesiyorsun” diyerek, eşi E.B’yi darp etti.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Ergenekon Destanı

Ergenekon Destanı, Göktürkler'in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır.


Göktürkler'in türeyişleriyle ilgili olarak tarihsel kaynaklarda yer alan destan. Farklılıklar taiıyan çeşitlemelerinde ortak nokta, Türkler'in bir kurttan türemiş oldukları destanıdır. eski bir çin kaynağında türeyiş söyle anlatılır: Göktürkler komşu bir ülkeye yenilirler, on yaşında bir çocuk dışında tüm topluluk yok edilir. Çocuğun el ve ayaklarını kesip bir bataklığa atarlar. Bir dişi kurt gelir,çocuğu besler. Çocuk büyüyünce dişi kurtla birleşir, kurt gebe kalır. Düşmanları onun yaşadığını öğrenince asker gönderirler. Kurt, çocukla birlikte bir dağın eteğindeki mağaraya sığınır, burada on oğlan doğurup büyütür. oğlanlar evlenince çoğalırlar, he birinden bir soy türer. göktürklerin başı olan Asena'nın kabilesi de bu soylardan biridir. Birkaç kuşak sonra mağaradan çıkar, Avarlar'a bağlanırlar. altay dağlarının eteklerine yerleşip juan-juanlar'ın demircileri olurlar. Cengiz İmparatorluğu ortaya çıkarken Göktürkler'in bu eski destanı Moğollar'a yakıştırılmıştır. Cengiz Han çağındaki ergenekon destanını XIII.y.y.'da moğol tarihçi Reşidettin, Cami üt-tevarih adlı farsça yapıtıyla yazıya geçirmiştir. Yazarın fsaneyi halk arasında yada Türk-Moğol halk şairlerinden derlediği kabul edilmektedir. Ergenekon adını taşıyan bu destan ilk şeklinden değişiktir. İslamiyet'in etkisiyle, kurttan doğan çocuk motifi kalkar ve destan Moğollar'a mal edilerek Cengiz'in soyu ile birleştirlir.

Destanda yer alan Demirci motifi, 5. y.y.'da juan-juanlar tarafından Altay'da maden ocaklarında çalıştırılırken ayaklandıkları ve kurtuldukları çin yıllıklarında yazılan bir türk boyunun tarihsel serüveniyle birleşir. Kişi adı olarak gösterilen Börteçine'nin moğolcada bozkurt anlamına gelmesi de ergenekon destanını en eski şekline bağlayan işaretlerdendir. 17.y.y.'da Hive hanı Ebülgazi Bahadır Han'ın, Reşidettin'den yararlanarak doğu türkçesiyle yazdığı Şerecere-i Türk'te destanın bir çeşitlemesi daha yer alır. Buna göre Moğollar'ın başında İl Han vardır. Tatarların başında da Sevinç Han bulunur. Moğollar çok kalabalık olduklarından bütün savaşlarda üstün gelirler. Sevinç Han, Kırgız Han ile daha başka hanlara armağanlar gönderir. Moğollar'dan öç almak üzere anlaşırlar. Hepsi birleşerek Moğollar'ın üzerine yürürler. On günlük bir savaştan sonra moğollar üstün gelirler. Sevinç Han beylerini toplayıp gizlice görüşür, Moğollar'ı ancak hile ile yeneceklerine kara verirler. Bütün çadırlarını kaldırıp kaçarlar. Moğollar güçsüzlükten kaçtıklarını sanarak bunları kovalarlar. Yinelenen çarpışmada Moğollar yenilirler; yetişkinler kılınçtan geçirilir, çocuklar tutsak alınır. Moğollardan dünyada iz kalmaz. Sevinç Han ülkesine döner. il Han'ın oğulları savaşta ölmüşlerdir; yanlız en küçükleri Kıyan hayatta kalmıştır. Kıyan ile İl Han'ın kardeşi oğullarından Nüküz de o yıl evlenmiştir. bunlar eşleriyle birlikte kaçarak at, öküz, koyunun bol olduğu bir bölgeye gelirler. Buradaki sürüleri alarak sarp bir dağdan geçen karla örtülü bir yolu izlerler. Ancak bir deve yada keçinin geçebileceği bir dar yoldan geçerler. Dağların kuşattığı elverişli bir alana yerleşirler. Buraya "Ergenekon" adını verirler. Dörtyüz yıl orada kalıp çoğalırlar; artık buaraya sığamayacaklarını anlayarak göbe karar verirler. Bir yol ararlar, bulamazlar. bir demirci dağda bir demir madeni olduğunu, onu eritirlerse yol bulabileceklerini söyler. Dağın geniş bir yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körükler yapıp, yetmiş yere kurarlar. hep birlikte körüklerler.Yüklü bir deve geçecek kadar yol açılır, dışarı çıkarlar. O günü bayram sayarlar. börteçine'nin önderliğinde eski düşmanlarıyla savaşırlar.Dörtyüz yıl sonra öçlerini alırlar. Destanda sadece kurt modifi ortadan kaldırılmıştır. Kurdun varlığı ancak son Hakanları Börteçine'nin (Bozkurt) adında yaşar. Ergenekon destanının en önemli yanı, Türkler'in demircilikle ilgisine yer vermesidir. maden işelemek, demirden silahlar yapmak Eski Türkler'in sanatıdır. Göktürklerin demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını demirci sözüyle ölümsüzleştirmeleri bununla ilgilidir. Türkler'in Ergenekon'dan çıktıkları gün yıldönümü olarak kutlanır, bu törenlerde ocakta kızdırılmış demirler örs üzerinde dövülürdü.

Kaynak: Büyük Larousse Ansiklopedisi Cilt 6, sayfa 3764

Kimileri

Kimi meydan okur yaşama…!!!




Kimi;suçsuz yere şeytan ruhlulara boyun eğer



Kimi; açtır, okşansada başı anlamaz hiçbirşeyi…!!!




Kimi; ecelini göz göre göre yaşar….!!!



Kimi; dayanamaz yokluğa, misyonere bırakır ellerini…!!!



Kimi; müslümalığı uğruna ölür……!!!



Kimi; müslümanlığını mekansız yaşar…!!!



Kimi; yüreğine taş bassada iflah olmaz…!!!



Kimi hayatından geçer, savunduğundan geçmez…!!



Kimi; daha kaderi bile yazılmadan şeref….lere boyun bükmüştür…!!!



Kimi; ayrıdır dünyadan, göremez ki hiçbir şeyi, ama merhametini kaybetmemiştir…!!!!!!



Kimi; ümidini yitirmiştir, isyanı vardır kadere….!!
………
Kimine göre; yalandır dünya, kimine göre fani….!!
Yitik şehrin, sonsuz dünyanın, kaybolan geçmişin, hüzünlü günlerin, bomba seslerinin altında kılınan namazın, nefes almanın,
BUNLARI YAşAMAMIZIN TEK BiR SEBEBi VAR….
SEN’SiN YA RABBiM (c.c.).
EY KiMSESiZLERiN KiMSESi…
EY HERşEYiN SAHiBi…
SANA SIğINDIK, KOVMA N’OLUR BiZi KAPINDAN…. !
(A M i N)

İşte O Kareler



gülmekten öldüm bittim ya...:D
ne reflex varmış bush ta...

İtalyanlar'ın Kökenleri Türk'lerden mi Gelmekteydi

BATI BU İŞE ÇOK BOZULACAK:
İTALYANLAR TÜRK KÖKENLİ Mİ ?

Tarihin tozlu raflarından çıkıp, gerçeklerle yüzleşen İtalyanları hayal kırıklığına uğrattı. Tarih Türklerle başlıyor. Etrüskler Türk

İtalyanlar Şokta

Dünya tarihinin gelişmesiyle birlikte Türk ırkı tarih sahnesinden, tarihin hiç bir döneminde inmemiştir. İnişler ve çıkışlarla dolu olan Türk tarihi, her zaman tarihe damgasını vurmayı bilmiştir. Türkler tarih yapmışlardır. İngilterede yapılan bir araştırmaya göre, İtalyanlaın DNAlarının yüzde 97 oranında Türklerle aynı özellikleri taşıdığı ortaya çıktı. Kısacası Eyvah! Türkler geliyor cümlesini tarihte ilk kez kullanan millet olan İtalyanların kökenlerinin aslında Türk ırkına dayandığı iddia edilmekte.

İtalyanların Ataları; Etrüsklerin Kökenleri Türk mü?

Türklerle İtalyanların hem fiziksel hem de karakteristik özellikleri açısından birbirlerine çok benzedikleri çok konuşulan bir konudur, peki bu benzerliğin nedeni nedir? Neden İtalyanlar Türklere benzemektedir?

İşte bu soruların cevabını bulabilmek için, İtalyanların ataları olan Etrüsklerin kökenine inmek gerekmektedir. Etrüskler, tarihte Ön Türkler sınıfında yer alan bir kavim. (M.Ö) 1000 yıllarında Avusturya Alplerinden Siena, Napoli ve Romaya kadar indikleri bilinen Etrüskler İtalyanın en eski kültürünü oluşturmuşlar. Etrüsklerin yaşadığı Floransadan Napoliye kadar olan bölgeye Etrürya deniliyor. Etrüskler parlak bir uygarlık oluşturduktan sonrada (M.Ö) 3. yüz yılda tarih sahnesinden siliniyorlar. Etrüsklere ait olan ilk yazılı belge 1780 yılında bulunmuş, ancak eldeki tüm yazılı belgelere rağmen Etrüsklerin hangi ırkı temsil ettikleri tespit edilememiş. Çünkü Latin harflerine çok benzeyen harflerle yazılan Etrüsk yazılarını günümüze kadar hiçbir batılı araştırmacı çözümleyememiş.

1780 yılında Etrüsklere ait yazılar bulunduğunda Batıda yer yerinden oynamıştı kökenimizi bulduk diye. Fakat hiçbir Batılı biliminsanı Etrüsklere ait bu yazıları okuyamadı, çünkü yazının kökeninde Yunanca ve Latinceye ait bulgular aradılar. Oysa Yunanca bizim tarihimize çok yakın bir dildir, 2700 sene evveline ait olan Yunanca ile Etrüsk yazılarını okuyabilmek ise sadece bir hayaldir ve bilimsel gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu yazıları Türkçe okumak hiçbir şekilde akıllarına bile gelmemiştir ve günümüze kadar da bizim kökenimizin ne olduğu tam olarak bilinmiyor demekle yetinmişlerdir. Ancak Etrüsk mezarlarında ki kemikler alınarak yapılan DNA testinin sonuçları, tüm Batı bilim dünyasını bir kaosun içine çekti, çünkü sonuç hiçte bekledikleri gibi değildi.

Yapılan araştırmanın sonucuna göre İtalyanların kökenlerinin Türklere dayandığı ortaya çıktı. DNA yapıları incelenen ve Türklerle yüzde 97 oranında benzerlik taşıyan Etrüsklerin yazılarını, Kâzım Mirşan inceledi. Uzun süren araştırmalar sonucunda batılı biliminsanlarının çözümleyemediği bu yazıların Türkçe karşılıklarını ortaya çıkardı. Bütün bu gelişmelerden sonra Etrüsklerin, Türk kökenli olduğuna dair şüpheler ortadan kalkmış oldu.

Türklerle Başlayan Tarih

Türkler, yüzyıllar boyunca Avrupanın Türk kültürünü yozlaştırmaya yönelik faaliyetlerine hedef oldu. Bir ülkenin kültür değerlerinin yozlaştırılmasına yönelik gizli ya da açık faaliyetler, o ülkenin bütünlüğüne yapılan doğrudan saldırı anlamını taşımaktadır. Avrupanın bütünlüğümüze karşı yaptığı bu saldırıların sebebini anlamak hiç zor değil, ancak bu saldırılar karşısında Türk milletinin gereken tepkileri verememesi yadırganacak bir durumdur.

Yazının devamı:Popüler Bilim Dergisi

Yeni kimlik kartı, CEBIT 2008'de tanıtıldı

Türkiye'nin 2010 yılından itibaren kullanacağı yeni nüfus cüzdanları görücüye çıktı.

Nüfus cüzdanının içindeki çipte kimlik bilgileri yanında vatandaşın parmak izi ve damar izi de yer alıyor.




KİMLİK KARTI PROJESİ

Projenin derlenme tarihi: Ocak 2007

Projenin amacı: Kimlik kartlarını daha işlevsel ve kullanışlı hale getirerek zamandan ve kağıttan tasarruf sağlayarak bürokrasiyi en aza indirmek.

Proje ne sağlıyor?

Ehliyet belgesini ortadan kaldırıyor.
Geçici askeri kimliği, asker izin belgesini ortadan kaldırıyor.
Sosyal güvenlik kartlarını ortadan kaldırıyor.
İş başvurusunda tek başına yeterli oluyor.
Daha kapsamlı, işlevsel, güvenli ve rahat taşınabilir.

Kartın kapsamı
Üzerindeki çip sayesinde, şahısla ilgili belgeler, ehliyet bilgileri, iletişim bilgileri, eğitim bilgileri, sosyal güvenlik bilgileri, sağlık durumu, askerlik bilgileri, adli sicil kaydı, işyeri bilgileri, vergi bilgileri kartta muhafaza edilecektir.

Genel kimlik bilgileri: Şahsa ait T.C. Kimlik numarası, ad-soyad, cinsiyet, doğum yeri ve tarihi, imza ve şahsın fotoğrafı, kimliğin ön yüzünde yer almaktadır. Nüfuse kayıtlı olduğu yer, kütük bilgileri, anne ve baba adı gibi bilgiler ise kartın çipinde muhafaza edilmektedir.

Kartın arka yüzünde; şahsın eğitim düzeyi, kan grubu, medeni hali, askerlik durumu (erkekler için) ve sürücü belgesi bilgileri yer almaktadır.

Sürücü belgesi (ehliyet): Kartın arka yüzünde, mevcut sürücü belgesinin sınıfı ve numarası yer alıyor. Doğrudan numara girilerek araştırma yapılabilmesi için eklenmiştir. Kartın çipinde, sürücü belgesi ve şahsa ait taşıtların ruhsat bilgileri yer almaktadır. Bu kart, kimlik kartının yanı sıra, sürücü belgesinin yerine de geçmektedir. Böylece artık sürücü belgesini ayrıca taşımaya gerek kalmayacaktır.

Sağlık ve sosyal güvenlik bilgileri: Kartın üzerinde, şahsın kan grubu yer alacaktır. Kartın çipinde ise şahsa ait sağlık bilgileri, varsa önemli hastalıkları, düzenli kullandığı ilaçlar, hastane kayıtları yer almaktadır. Ayrıca yine kartın çipinde, şahsa ait sosyal güvenlik bilgileri yer almaktadır.

Adli sicil bilgileri: Kartın çipinde, şahsın adli sicil kayıtlarının son bilgileri yer almaktadır. Bu bilgileri güncellemek için adliyelere şahsen kimliğe başvurabilir. Eskiden olduğu gibi sicil kaydı belgesi almak yerine, son bilgiler kartın çipine işlenir.

Askerlik bilgileri: Şahsın askerlik görevi ile ilgili bilgileri, kartın çipine işlenir. Son sağlık muayenesi, yedeklik yoklaması, tecil bilgileri, terhis bilgileri ve hatta izin bilgileri bile kartın çipinde muhafaza edilmektedir. Böylelikle, eskiden olduğu gibi, askerliğini yapmakta olan şahısların kimlikleri alınmayacak, geçici askeri kimlik yerine, yine normal kimlik kartı kullanılacaktır. Kartın arka yüzünde, şahsın askerlik görevi ile ilgili bilgi de yazmaktadır.

Eğitim bilgileri: Kartın arka yüzünde, şahsın eğitim düzeyi yazmaktadır. Detaylı eğitim bilgileri ve eğitim geçmişi ile ilgili bilgiler, kartın çipinde muhafaza edilmektedir.

İletişim bilgileri: Kart sahibinin ikamet ve işyeri iletişim bilgileri, telefonları, faksı, kartın çipinde yer almaktadır.

İş ve vergi bilgileri: Şahsın işyeri bilgileri, iş kariyeri, vergi bilgileri ve geçmişi, kartın çipinde yer almaktadır.

Soyağacı: Kart sahibinin, hangi şahıslarla hangi akrabalık ilişkileri olduğu, kart işlenecek. Böyelce bütün şahısların soyağacı çıkarılmış olacak.

Güvenlik
Kartın ön yüzünde, şahıs fotoğrafının altında, kartın seri numarası, seri numarasının altında yer alan barkodda ise, bu seri numarasının doğrulalaması yer almaktadır. Ayrıca üçüncü bir doğrulama, kartın çipinde yer almaktadır.

Kartın sağ alt köşesinde bulunan, kredi kartlarınında kullanılan bir çip yer almaktadır. Bu çipte, kartın üzerindeki bilgilerin doğrulaması, ve kartın üzerinde yer almayan, şahsa ait kategorik bilgiler yer almaktadır.

Çip, kimlik kartının şahsın kendi dışında kullanımını önlemek için şifre doğrulaması gerekmektedir. Bu şifre, başvuru ve kullanım gerektiren, yani şahıs yönlendirmeli gereksinimlerde kullanılmaktadır.

ODTÜ, doğada yok olabilen plastik geliştirdi

ODTÜ'lü araştırmacılar, pamuk sapı, mısır koçanı ve ayçiçeği sapı gibi değersiz tarımsal biyo-atıklardan doğada kendiliğinden yok olabilen hatta yenebilen plastikler geliştirdi.

Yeni ürünün petrol kökenli, yüzlerce yıl bozulmadan doğada kalabilen plastiklerin oluşturduğu çöpleri önemli ölçüde azaltması bekleniyor.

Yeni nesil plastiklerin, ambalaj teknolojisinde yeni bir dönem açması hedefleniyor.

ODTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ufuk Bakır, başkanlığını yürüttüğü ekibin ODTÜ ve TÜBİTAK desteğiyle yürüttüğü araştırma projeleri hakkında AA muhabirine bilgi verdi.

Uzun süredir üzerinde çalıştıkları projenin endüstriye uygulanabilmesi konusunda son dönemde önemli veriler elde ettiklerini belirten Bakır, çalışmalarının içerdiği iki ayrı yenilik nedeniyle patent başvurusu yapacaklarını
bildirdi.

Bakır, dünya genelinde yaşanan enerji krizi ve endüstrileşme sonucu oluşan büyük çevre sorunlarının kimya endüstrisinde "yeşil kimya" kavramını giderek yaygınlaştırdığını ve çevreye zararlı kimyasalların kullanımının kısıtlandığını ya da yasaklandığını kaydetti.

Çeşitli bilim çevrelerinin petrolün 40 yıl içinde biteceği ile ilgili görüşlerinin giderek önem kazandığını ifade eden Bakır, "Bu bitişi pek çok kişi sadece 'taşıt araçlarında kullanılan benzinin artık kalmaması' olarak algılıyor.

Oysa benzin, petrol ürünleri içinde yalnızca küçük bir bölümü oluşturuyor. Petrol bittiğinde önemli bir petrokimya ürünü olan ve PVC'den polietilene kadar pek çok endüstriyel plastiğin de üretimi duracak" dedi.

Teknolojik olarak gelişmiş ülkelerde yeni yeni kurulmaya başlanan ve bu amaçla çok yoğun araştırmaların yapıldığı biyo-rafinerilerde, genellikle tarım-orman ürünü ya da atığı gibi bitkisel hammaddelerin kullanıldığını anlatan Bakır, biyo-rafinerilerde mısır, buğday gibi değerli tarımsal ürünlerin yakıt gibi ürünlere çevrilmesinin, halen açlık sorununu çözememiş dünya ülkeleri için uygun bir seçim olmadığını ifade etti.

Gıda maddesi üretiminde kullanılacak tarımsal alanların çeşitli amaçlarla kullanımının etik olarak doğru olmayacağını belirten Bakır, bunların yerine, mısır koçanı, ayçiçeği, pamuk sapı ve odun talaşı gibi değersiz tarımsal atıkların kullanılmasının daha uygun olduğunu ve kendilerinin de biyo-plastik üretimi için bu değersiz tarımsal atıkları kullandıklarını kaydetti.

Bakır, çalışmalarında biyokütleyi önce selüloz ve lignin gibi önemli bileşenlerine ayırdıklarını, sonra da bu maddeleri kullanarak biyo-film ürettiklerini aktardı.

Mikrop tutmayan


Aynı bölümden Prof. Dr. Gürkan Karakaş da ayçiçek ve pamuk sapı, buğday samanı, odun talaşı, mısır koçanı gibi değersiz biyo-atıklarla geliştirdikleri biyo-filmler hakkında bilgi verirken, geliştirdikleri yeni biyo-plastiklerin kullanım sonrası doğadaki bozunumlarının da hızlandırılabildiğini ifade etti.

Plastiklerin başta ambalaj sanayi olmak üzere pek çok alanda kullanılabileceğini aktaran Karakaş, çalışmalarında bu plastiklere antimikrobik özellik verebildiklerini işaret ederek şunları kaydetti:

"Tamamen değersiz tarımsal atıkları kullanarak yaptığımız yeni nesil plastikler, antimikrobik özellikleri nedeniyle özellikle gıda paketlemesi için son derece elverişli. Çalışmamızda biyofilm üretimi üzerinde durduk. Bu biyo-filmler günümüzde petrokimya ürünü plastiklerin kullanıldığı değişik yerlerde, örneğin, poşet yapımında, paketleme filmi ya da kabı yapımında kullanılabilir. Sebze ve meyvelerin uzun süre saklanması için de son derece elverişli.

Çalışmamız sonucu yeni nesil plastik diyebileceğimiz bu ürün, doğada kendi kendine yok olabiliyor. Ayrıca yüzlerce yıl bozulmadan doğada kalabilen plastiklerin neden olduğu çöpleri önemli ölçüde azaltabilir hatta yenebilir de..."

Sanayicilere çağrı

Geliştirdikleri ince film şeklindeki biyo-filmlerin pilot üretim çalışmalarının yapılması için sanayi kuruluşlarını beklediklerini ifade eden Karakaş, sözlerini şöyle tamamladı:

"Şu an çalışmamız çok iyi bir noktada. Gelecekte bu tür üretimler her sanayi kolu için çok önemli olacak. Bunları üretirken de kullanım sonrasında da doğayı kirletmiyorsunuz. Doğada bulunan ancak kullanılmayan biyokütleyi alıp çevreyi kirletmeden faydalı ürünler geliştirip katma değer yaratıyorsunuz. Plastikleri geliştirirken kullandığımız ürünlerin tamamı biyolojik olarak çürüyebilen malzemeler. Antimikrobik olmasının da çok önemli avantajları bulunuyor. Pilot üretim için bir sanayi kuruluşuna ihtiyacımız var."

Tübitak'tan arama-kurtarma radarı

TÜBİTAK araştırmacıları, depremde göçük altında kalanların kalp atışlarını algılayabilen “arama kurtarma radarı” geliştirdi.

Radar, baygın da olsa yaralının göğüs kafesi hareketlerinden yerini tespit edebiliyor.

TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Türkiye-Ukrayna Ortak Araştırma Laboratuvarı araştırmacılarından Atilla Ünal, arama-kurtarma radarının olası bir depremde kullanılmak üzere birkaç yıl önce geliştirildiğini ve radar üzerindeki çalışmaların sürdüğünü bildirdi.

Diğer radarlarla tespit yapılabilmesi için göçük altında kalan kişinin ya ses çıkarması ya da herhangi bir şekilde hareket etmesi gerektiğini ifade eden Ünal, geliştirdikleri yer altı radarı sisteminin ise yaralının kalp atışı ile göçük altındaki yerini belirleyebildiğini kaydetti. Ünal, “Sistem, göçük altındaki kişi baygın ya da ses çıkaramayacak durumda dahi olsa, eğer yaşıyorsa kolaylıkla tespit etmeye olanak veriyor” diye konuştu.

Elektromanyetik alan kullanan radarın insan sağlığına zararlı bir etkisinin bulunmadığını belirten Ünal, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Radar sayesinde elektromanyetik bir alan, söz konusu bölgeye gönderiliyor ve sinyal daha sonra geri alınıyor. Uzakta bulunan bir taşınabilir bilgisayar ve bluetooth aracılığıyla haberleşiliyor ve bu arada sinyaller algılanıyor. Radar, kişinin kalbi atıyorsa göğüs kafesi hareketlerinden onun göçük altında olduğunu tespit edebiliyor. Radar, 10 kilogram ağırlığında olduğundan kolaylıkla taşınabiliyor.”

Türkiye’deki depremlerin ardından yürütülen arama kurtarma faaliyetlerinde göçük altındakilerin hareketsiz ya da baygın olması nedeniyle büyük sorunlar yaşandığını vurgulayan Ünal, “Ultrason sistemlerinde mutlaka birinden ses gelmesi beklenir ki bizim daha önceki depremlerde duyduğumuz, ‘Aşağıda biri var mı?’ sözleri oldu. Bu sistemde ise kişi baygın olsa bile sadece kalbinin atması algılanması için yeterli” dedi.

TÜBİTAK’tan roketin bile delemediği zırh

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), roketlere karşı üstün koruyuculu “kompozit zırh” geliştirdi.

Yerli kaynaklarla roketlerin yarattığı tahribatı engelleyen üstün koruyuculu kompozit zırh geliştiren TÜBİTAK, zırhın suikast silahlarına karşı geliştirilmiş bir modelini Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün kabul ve tören salonunun pencere ve duvarlarına uyguladı. Dünyada çok az ülkenin sahip olduğu bu teknolojiyle kaplanan platformlar, roketlerin yarattığı tahribattan etkilenmiyor.

Malzeme Enstitüsünün 15 yıldır “kompozit zırh” teknolojisi geliştirme çalışmalarını 35 kişilik mühendis ekiple sürdürdüğünü anlatan TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Malzeme Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Tarık Baykara, ekibin hammaddelerin geliştirilmesi ile bunların entegre ve zırh haline getirilmesi ile tasarım, test, geliştirme, modelleme ve simülasyon çalışmaları yaptığını belirtti.

Enstitünün, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) özel destekleriyle savunma sanayi alanındaki çalışmalarına son üç yıldır yoğun şekilde devam ettiğini kaydeden Baykara, kamu ve özel sektör ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin korumaya yönelik ihtiyaç duyduğu teknolojileri üreterek uygulamaya dönük ürünler çıkarmayı hedeflediklerini bildirdi.

Enstitüde geliştirilen kompozit zırhların, insan hayatını, ağır muharebe tanklarının da aralarında bulunduğu zırhlı araçlar, hava ve deniz savaş platformlarını korumak üzere özel olarak tasarlandığını belirten Baykara, “Bu zırhlar, silahların etkisini neredeyse sıfırlıyor” diye konuştu.

Baykara, dünyada çok az ülkenin kompozit zırh teknolojisine sahip olduğunu ifade ederek, bu teknolojinin “milli olması” gerektiğini vurguladı.

TÜBİTAK’ın yerli mühendislerinin geliştirdiği ilk kompozit zırhların 7.62 mm ve 9mm’lik tabanca ile 12.7, 14.5, 20 mm’lik kinetik enerjili mühimmata karşı etkili olduğunu anlatan Baykara, “Çok temel ve klasik özellikler içeren bu teknoloji, artık hiç bir şekilde başka bir ülkenin bağımlılığına gerek duyulmadan TÜBİTAK laboratuvarlarında yapılabiliyor” diye konuştu.

Baykara, bu uygulamanın özellikle güvenlik güçlerinin şehir içinde yaşanacak olası bir çatışmada korunması amacıyla geliştirildiğini kaydetti.

Tarihi süpernovanın yankısı 436 yıl sonra geldi

Bilim adamları, bilimsel çalışmalarda mihenk taşı kabul edilen ve 1572 yılında gözlemlenen bir süpernovanın “ışık yankılarını” gözlemledi.

Tarihi süpernovanın yankısı 436 yıl sonra geldi

Alman Max Planck Astronomi Enstitüsü’nden araştırmacılar, 1572’de Danimarkalı astronom Tycho Brahe’un gözlemleyerek kaydettiği süpernovanın, yıldızlar arası toz tarafından yansıtılan donuk ışık yankılarını, Havai ve İspanya’daki teleskopları kullanarak tespit etti.

O dönem tüm dünyada gözlemcilerin büyük ilgisi çeken bu gök olayının doğası üzerindeki 436 yıllık gizemi çözmeye yardımcı olması beklenen, meşhur süpernovanın “fosil izleri” konusundaki araştırma, Nature dergisinde yayınlandı.

Max Planck Enstitüsü’nden Dr Oliver Krause, 1572’deki süpernovanın bilim tarihinde çok önemli bir nokta olduğunu belirterek, bu gözlemle gökyüzündeki değişmezlik ilkesinin ortadan kalktığını kaydetti.

1572’de Kasım ayının başlarında Cassiopiea takımyıldızında beliren ve gün ışığında bile görülebilen parlak “yeni yıldız”, aralarında ünlü Danimarkalı astronom Brahe’nin de bulunduğu birçok gözlemciyi büyülemişti.

Süpernova ve Dünya

Süpernovanın kesin konumunu “Stella Nova” adlı kitabında belirleyen Tycho Brahe, ölçümlerinin yeni yıldızın, “yıldızların değişmez olduğunu söyleyen ve 2 bin yıl Batı düşüncesine hakim olan Aristo geleneğine ters düşecek” biçimde Ay’ın çok gerisinde olduğunu kaydetmişti. Bu bulgu Kepler, Galileo, Newton ve diğer bilim adamlarının çalışmaları için önemli bir dayanak teşkil etmişti.

Enerjisi biten büyük yıldızların şiddetle patlamasına denilen süpernovaların bazen parlaklığı Güneş’in parlaklığının yüz milyon katına varabiliyor.

Başlangıçta yapısı, iyonize madde olan plazma şeklindeki bir süpernovanın parlaklığını yitirmesi haftalar ya da aylar sürebilir. Bu süre zarfında yaydığı enerji, güneşin 10 milyar yılda yayacağı enerjiden daha fazladır.

Bu patlamalar, maddenin evrende bir noktadan başka noktalara taşınması işine yarar. Patlama sonucunda dağılan yıldız artıklarının, evrenin başka köşelerinde birikerek yeniden yıldızlar ya da yıldız sistemleri oluşturduğu varsayılmaktadır. Bu teoriye göre, Güneş, Güneş Sistemi içindeki gezegenler ve bu arada elbette bizim Dünya’nın da, çok eski zamanlarda meydana gelmiş bir süpernova sonucu ortaya çıktığı ileri sürülüyor.

63 ışık yılı uzaklıkta CO2 ve CO keşfedildi

Amerikan Havacılık ve Uzay Kurumu (NASA), yörüngedeki uzay teleskobu Hubble’ın uzak bir gezegende karbondioksit ve karbonmonoksit tespit ettiğini ve bunun dünyadışı yaşamın keşfi için ilk adım olabileceğini bildirdi.

NASA’dan yapılan yazılı açıklamada, Hubble’ın Dünya’dan 63 ışık yılı uzakta ve Jüpiter büyüklüğündeki dev gezegende CO2 bulduğu belirtilerek, “Dünya’ya benzer bir gezegende yaşam olduğunu gösterebilecek organik bileşenlerin bulunmasının, bir gün gezegenimizin dışında da yaşamın bulunduğunun ilk kanıtı olabilir” denildi.

Hubble Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nden Ray Villard, yaşamın oluşmasına izin vermeyecek şekilde çok ısıya sahip sıvı ve gaz halindeki “HD 189733b” adını verdikleri bu gezegende yaşam izi tespit edemediklerini belirtirken, “Ama bu gezegen, yaşamın varlığının biyolojik izini oluşturabilecek bir kimyasal oluşuma sahip” diye konuştu.

Bilim adamlarının, bu gezegende su buharı ile organik metan molekülleri bulduklarını kaydeden Ray Villard, en heyecanlı kısmın karbondioksit keşfi olduğunu, çünkü bunun uygun koşullarda Dünya’da olduğu gibi bir biyolojik faaliyete bağlı olabileceğini söyledi.

Bu uzak gezegende CO2 ve karbonmonoksit keşfi, NASA’nın Kaliforniya’daki Jet Motorları Laboratuvarı’ndan, gezegenden yayılan kızılötesi ışınları Hubble ile izleyen Mark Swain adlı bilim adamı tarafından yapıldı.

1990’da yörüngeye 575 km irtifada yerleştirilen Hubble, evrenin evrimi ve çok sayıda özelliğinin anlaşılması açısından astronomide devrim yarattı.

Mars kaşifi görevinin ilk aşamasını tamamladı

Amerikan Havacılık ve Uzay Kurumu (NASA), Mars Yörünge Kaşifi’nin (Mars Reconnaissance Orbiter-MRO) bilimsel araştırmalarının iki yıllık ilk aşamasını başarıyla tamamladığını açıkladı.

NASA’dan yapılan açıklamaya göre bilim adamları, uzay aracının şu ana kadar 73 terabyte veri gönderdiğini ve bunun daha önce Mars’a gönderilen uzay araçlarının gönderdiği verilerin tamamından fazla olduğunu belirterek, MRO’nun Kızıl Gezegen’deki yüksek öncelikli yerlerin yaklaşık 10 bin gözlemini yerine getirdiğini kaydettiler.

MRO’nun Mars’ın yaklaşık yüzde 40’ının, bir ev boyutundaki cisimlerin ve yaklaşık yüzde 1’inin de bir masa boyutundaki cisimlerin ayrıntısını verecek çözünürlükte görüntülerini gönderdiğini açıklayan bilim adamları, uzay aracının ayrıca Mars’ın yaklaşık yüzde 60’ının stadyum boyutunda çözünürlüğe sahip maden haritasını çıkardığını, atmosfer ve hava durumunu kaydettiğini belirttiler.

NASA’nın Kaliforniya Pasadena’daki Jet Motorları Laboratuvarı’ndan proje görevlisi Richard Zurek, bu gözlemlerin, Mars’ta suyun ne zaman ve nerede değiştiği hakkındaki teorileri test etmeye yetecek ayrıntıya sahip olduğunu ve Kızıl Gezegen’de yaşanabilir çevre arayışları için gelecek seyahatlerin daha yapıcı olmasına yardım edeceğini söyledi.

Mars Yörünge Kaşifi, bilimsel görevinin ilk aşamasını tamamlamasının ardından, Güneş çevresinde başka bir yörüngeye giren ve yaklaşık iki Dünya yılı sürecek yeni bir göreve başlıyor.

İnternette arama yapmak beyin faaliyetini artırıyor

ABD’li araştırmacılara göre internette arama yapmak özellikle yaşlıların beyin faaliyetini artırıyor. İnternetin bunamayı da önleyebilmesini umut eden bilim adamları, henüz bu konuda bir gelişmenin olmadığını söyledi.

Kaliforniya UCLA üniversitesinin Hafıza ve Yaşlanma Araştırma Merkezi’nden yapılan çalışmada, internette arama yapmanın beyinde, karmaşık muhakeme ve karar vermeyi kontrol eden bölgeyi faaliyete geçirdiği tespit edildi.

Merkezin 55 ila 76 yaşlarında, benzer eğitim seviyesindeki denekler üzerinde 9 aylık araştırmasına göre, internet araması yapanlar, bilgisayarda kitap benzeri metinlere göre daha zengin duyumsal deneyim ve daha yüksek dikkat gösterdiler.

Deneklerin beyin faaliyetlerinin MR’larının da çekildiğini belirten Merkez’in direktörü Gary Small, bulguları Geriatric Psychiatry dergisinin gelecek ayki sayısında yayımlayacaklarını söyledi.

The San Francisco Chronicle gazetesinde konuyla ilgili çıkan haberde ise internet kullanımının bunamayı önlediğini gösteren bir araştırmanın henüz yapılmadığına işaret edildi.
Mercedes, Ocak ayında Detroit’te gerçekleştirilecek “Motor Show” fuarında üç yeni elektrikli otomobil konseptini tanıtmaya hazırlanıyor.

Alman ‘Auto Motor und Sport’ dergisinin haberine göre, Mercedes önümüzdeki ay Detroit Motor Show fuarında “Blue-Zero” adı verilen konsept sınıfını tanıtacak.

Blue-Zero E-Cell adı verilen giriş modeli, tamamen elektrikli olacak ve lityum-iyon pil kullanacak.

E-Cell modelinin varyasyonu Blue-Zero E-Cell Plus ise Chevrolet Volt gibi elektrik-benzin melezi bir motora sahip olacak. Blue-Zero E-Cell Plus’ta bulunan motor, Smart ForTwo’da bulunan üç silindirli turboya da sahip olacak.

İkinci konsept model Blue-Zero F-Cell ise hidrojen yakıt hücresine (Fuel Cell) sahip olacak.

E-Cell modeli tek elektrik şarjı ile 200 kilometre yol yapabilirken, F-Cell modeli 90kW’lık yakıt pili sayesinde 400 kilometrelik menzile sahip olacak.

E-Cell Plus modeli maksimum 603 kilometrelik menzili, benzinsiz olarak sadece pil gücü kullanıldığında 95 km’ye düşüyor.

Üç modelin de 0-100 kilometre hızlanması 11 saniye olacak.

Küresel ısınmada dönüşü olmayan yol

2010-2090 Buz Denizinde öne sürülen değişim

1979 Kuzey Kutup Bölgesi 2003 Kuzey Kutup Bölgesi

Trafik ve Çevre Etkisi-Bağlantı tarihi 3/08/2008

Antalya Yöresinde Tarımsal Faaliyetler Sonucu Meydana Gelen Bazı Çevre Sorunları Ve Çözüm Önerileri-Bağlantı tarihi 3/08/2008

Çevre Kirliliğinin Tanımlanması-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Su Kirliliği-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Yüzeysel Sularda Kirletici Etki yapan Unsurlar-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Türkiye'nin Su Potansiyeli-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Ortamlara Göre Su Kirliliği-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Yeraltı Suyu Kirliliği-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Deniz ve Kıyı Kirliliği-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Göl Kirliliği-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Kirlenmiş Suların Temizlenmesi-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Çevre Sorunlarının Kaynakları-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Tarım ve Çevre Kirliliği-Bağlantı tarihi 18/04/2008

Çevre Kirliliği ve Dilovası İnsanına Olumsuz Etkileri--Bağlantı tarihi 18/04/2008

Toprak Erozyonu, Oluşumu ve Nedenleri-Bağlantı tarihi 24/02/2008

Biyolojik Çeşitlilik-Bağlantı tarihi 15/02/2008

Türkiye'nin Çevre Konusunda Taraf Olduğu Uluslararası Sözleşmeler-Bağlantı tarihi 09/08/2007

Çevre Sözlüğü-Bağlantı tarihi 29/06/2007

Sera Etkisi ve Küresel Isınma-Bağlantı tarihi 06/10/2005

Tema Vakfı-Bağlantı tarihi 18/06/2007

Konular:

  1. İklim Değişikliğini Gündemin Ön Sıralarına Taşımak ( yazının tamamını Tema Vakfı web sitesinde görmek için tıklayınız)

  2. Temel Çevre Sorunları (Prof. Dr. Necmettin Çepel, Celal Ergün) İçindekiler:Çevre Kirliliği,Hızlı Nüfus Artışı,Küresel Isınma ve İklim Değişimi,Doğal Bitki Örtüsü Tahribi Sorunu,Toprak Kaynaklarının Tahribi, Kişi Başına Düşen Tarım Alanlarının Azalması,Su Kaynaklarının Azalması,Ozon Tabakasının Tahribi Sorunu, Biyoçeşitliliğin Azalması Sorunu,Su Ürünlerinin Azalması Sorunu, Temel Çevre Sorunlarının Çözümüne İlişkin Öneriler ( yazının tamamını Tema Vakfı web sitesinde görmek için tıklayınız)

  3. Küresel Isınma ve Küresel İklim Değişikliği (Prof. Dr. Necmettin Çepel, Celal Ergün) (İçindekiler: Giriş, Sera Gazlarının Tanıtımı, Küresel Isınmanın Kanıtları, Küresel Isınmanın Ekolojik Sonuçları, Küresel Isınma ve Küresel İklim Değişimine Karşı Alınabilecek Önlemlerin Belirlenmesi İçin Yapılan Uluslararası Toplantılara İlişkin Kronolojik Açıklamalar, Ekolojik Değerlendirme,Kaynakça) . ( yazının tamamını Tema Vakfı web sitesinde görmek için tıklayınız)

Dünyanın Durumu 2002

Seth Dunn ve Christopher Flavin

Kaynak:Tema vakfı yayınları


Kuzey Kutbu’ndaki erime dönüşü olmayan bir yola girmiş görünüyor.


Bilim adamları, Kuzey Kutup bölgesindeki ısınmanın, dünyanın geri kalanından çok daha hızlı bir oranda ilerlediğini açıkça ortaya koyan kanıtlar bulduklarını bildirdi. Bu ısınmanın, tahmin edilenden on sene önce başladığı belirtiliyor.

İklim değişikliği uzmanları, bölgedeki hava sıcaklıklarının, normalde sonbaharda beklenenden daha yüksek olduğunu belirlediklerini söylüyor ve bu duruma Kuzey Kutup denizindeki yaz erimesinin artması dolayısıyla okyanuslardaki sıcaklığın da yükselmesini gerekçe gösteriyorlar.

Kuzey Kutbu, iklim değişikliği koşulları açısından en hassas bölgelerden biri. burada yaşanan bir iklim değişikliğinin kuzey yarım küredeki hava koşullarına doğrudan etkisi oluyor.

Bush'a fırlatılan ayakkabı bilgisayar oyunu oldu

ABD Başkanı George W. Bush’a hafta sonu Bağdat’ta yaptığı ziyaret sırasında ayakkabılarını fırlatan Iraklı gazeteci Muntazır El Zeydi’nin eyleminin yankıları İnternet’te de devam ediyor.

Irak’lı gazetecinin eyleminin yankısı tüm dünyada devam ederken, İnternet topluluğu da bir çok sitede yayınlanan flash oyunlarla tepkisini devam ettiriyor. Bir çoğu Bush karşıtı aktivistler tarafından yaratılan oyunların ortak amacı belli: Zeydi’nin eylemine dolaylı da olsa destek vermek.

YouTube’da yer alan videosu 5 milyondan fazla kez izlenen eylemden ilham alarak yapılan oyunların birkaçı şu şekilde:

Kleopatra'nın gerçeğe yakın yüzü

Yapılan son araştırmalar Mısır'ın efsanevi kraliçesinin, beyazperdede yansıtılandan çok daha farkli bir yüze sahip olduğunu gösteriyor.

Elizabeth Taylor’dan Sophia Loren’e kadar pek çok ünlü yıldız Kleopatra’nın yüzü olarak beyazperdede boy gösterdi. Ancak yapılan son araştırmalar, Kleopatra’nın gerçek yüzünün, onu canlandıran ünlülerinkinden oldukça farklı olduğunu gösteriyor.

FARKLI ETNİK YAPILARIN KARIŞIMI
Arkeologların ve Mısır uzmanlarının pek çok antik eseri araştırarak elde ettikleri bilgilerin bilgisayarda üç boyutlu modellemesi sonucu elde edilen verilere göre, Kleopatra’nın gerçek yüzü efsanevi kraliçenin farklı etnik yapıların bir karışımı olduğunu gösteriyor. Ayrıca Kleopatra’nın sinemadaki ‘beyaz tenli Kleopatra’lardan oldukça farklı olduğunu, güzellik bakımından ise güzel bir kadın olduğunu ortaya koyuyor.

SANILDIĞI GİBİ BEYAZ OLMADI
Araştırmayı değerlendiren, Cambridge Üniversitesi’nden Mısır bilimci Dr. Sally Ann Ashton, bilgisayarda yeniden yaratılan yüzün, efsanevi kraliçenin en yakın tasviri olduğunu söylüyor.

Kleopartra’nın mensup olduğu hanedan, İskender’in ünlü bir komutanına, dolayısıyla antik Yunanlılara dayanıyor. Ancak bu durumun kraliçenin bir Avrupalı gibi görüneceği anlamı taşımadığını belirten Dr. Ashton şunları söylüyor: “Unutmamalıyız ki Kleopatra tahta çıkmadan önce, ailesi 300 yıldır Mısır’ı yönetiyor ve orada yaşıyordu. Onun tamamen bir Avrupalı gibi görünmemesi çok muhtemel…”

KISA VE ÇİRKİN DEĞİL
Tarih boyunca Nil’in bu gizemli kraliçesi pek çok biçimde tarif edildi ve onun hayatı ve kişiliği birçok sanat eserine esin kaynağı oldu. Shakspeare ‘Anthony ve Kleopatra’ adlı oyununda kraliçeyi genç görünümlü olarak belirtirken, beyazperde de Kleopatra güzel, alımlı ve beyaz tenli olarak yansıtıldı. Pek çok kişi ise onun kısa boylu ve çirkin olduğuna inanıyor.